Sâyemizde
Çayını yudumluyordu hazret bir ağacın gölgesinde. Beni de davet etmişti çay içmek için. Bir kaç arkadaşı daha vardı. Hoş ve latif bir rüzgar esiyordu oturduğu ağacın gölgesinde. Bahar mevsiminin belirli günlerinde ikindi namazı sonrası hem çayı hem de kendisi ağacın gölgesini boş bırakmazdı. Akşam namazına kadar oturur. Arkadaşları ile sohbet eder. Güneşin aydınlığı yerini ayın şavkına bırakır, namazını kılar ve öylece evine giderdi.
Vakit ayın ayın şavkının yüzümüze vurduğu zamandı. Dostlar, çayını yudumlarken bir kelimeden söz açıldı. Sâye kelimesi...Sözünü hazret de söyledi diğerleri gibi.
“Sâye kelimesi eski bir kelimedir.”
Diğerlerinin sözünü pek hatırlayamadım. Ama onun sözü bana dokundu. Tıpkı koyu çayı demlediği gibiydi. Hem çayı bıraktım hem de muhabbeti. Akşam namazı da okunuyordu doğrusu. Ama hızlıca kalktığımı gördüğü gibi alındığımı da anlamıştı. Sâye kelimesi eski bir kelime miydi. Yoksa kadim. Ya da klasik. Bunu kim bilebilecek?
Bu hazret aynı zamanda komşum da olurdu. Komşu kelimesi Farsçada “hemsâye” demekti. Yani aynı gölgeden faydalanan. Onunla aynı gölgeden faydalanıyorduk. Ama birimiz Batıya diğerimiz Doğuya yönünü çevirmişti. Demekki eski bir kelime değil sâye. Farsçada kullanılan bir kelime. Yüzümüzü Batıya döndürdüğümüzden beri kelime eskidi birden.
Bu komşumuzla bir zamanlar “Servet-i Fünûn ve Malumat Dergisi kavgasını da yaşadık. Malumat Dergisi o dönem İslamcıların başını çektiği Muallim Naci ve arkaşlarının çıkardığı dergiydi, önemli bir dergiydi. Derginin sahibi Hacı İbrahim Efendi diye bir zattı. Servet-i Fünûn Dergisi de Fransız okulu olan Galatasaray Lisesi öğrencilerinin çıkardığı bir edebiyat dergisiydi. Daha doğrusu Servet-i Fünûn, eskiden bir bilim ve fen dergisiyken Galatasaray lisesinde edebiyat öğretmeni Recaizade Mahmut Ekrem, öğrencisi Tevfik Fikret’i derginin başına geçirmişti de dergi öylece edebiyat dergisi olmuştu. Bugün Yeni Türk Edebiyatı döneminde yani Edebiyat-ı Cedide olarak sadece Servet-i Fünûn dergisi geçer ama Malumat Dergisinin esamesi bile okunmaz. Muallim Naci, dönemin bağımsız şairi olarak geçiştirilir. Malumat Dergisinin ismini lise edebiyat kitaplarında sadece Servet-i Fünûn şairleriyle yaşadığı “kafiye göz için mi yoksa kulak için mi” tartışmasında gördüm. Hacı İbrahim Efendi’yi merak edenler için de bir başka yazımda bu zattan bahsederim.
Neyse bu hemsâyemle yani komşumla eski defterlerimizi karıştırmayalım. Konuya dönelim. Ben kalkıp Sahiden “sâye” kelimesi eski bir kelime mi? Birinci dereceden anlamı ağacın gölgesi değil? Buradan yola çıkarak dağarcığımıza “kimin sâyesinde buraya geldin?” kelimesinde başrol oynamıyor mu.
Komşu, bunları bilmiyor farzedelim. “Gölge etme başka ihsan istemem.” Deyimi yerine “Sâye etme başka ihsan istemem” diyebilir miyiz? Sâye ve gölge birbirinin eşanlamı olarak kullanılsa da kullanım alanları bazen farklı olabiliyor. Renklerin nasıl ki bin bir tonu varsa kelimelerin de anlamları o kadar olmasa da geniştir.
Bir kelime eski bir kelime yeni:Sâye ve gölge”
Görüldüğü gibi kullanım alanları bazen birbiri yerine kullanılamıyor. Şuraya geleceğim. Kelime ne kadar eski olsa kullanım alanı bayat değil kadim ve klasik olur. Tek şart var. Bu kelimeyi bilinçli olarak edebî metinlerimizde köşe yazılarımızda yasaklamamak. Halkın dilinde sâye mecrasını bulur. Nasıl mı?Cevabı çok kolay:
Sayemde, sayende, sayesinde, sayemizde, sayenizde, sayelerinde...