Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.79
Gram Altın
2974.55
BIST 100
9719.33
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Savaş mı, barış mı?

Eskiden aileler veya aşiretler arası kan davaları yaşanırdı. Yirmi birinci asra girdiğimiz çağımızda da halen zaman zaman benzeri cahiliye uygulamaları olsa da eskidekilerle kıyası dahi mümkün değil. Bir aile veya aşiret arasında bir tartışma yaşanır. Bu, bazen iki çocuğun kavga etmeleri, bir tarla sınırındaki anlaşmazlık veya bir hayvanın bağa, bostana, ekine zarar vermesi gibi çok basit sebeplerle başlayabilirdi. Sonra birkaç büyüğün kavgaya dahil olması ve derken ailelerin ve hatta aşiretlerin birbirine girmesiyle felaket derecesinde facialar yaşanırdı.

Bazen bu gibi incir çekirdeği kadar meseleler, onlarca yıl devam eden kan davalarına dönüşüverirdi. Evet evet, taraflar birbirlerinden birer ikişer, üçer beşer veya daha fazla insanlar öldürmeye devam ederlerdi. Aynen Resulullah'ın (sav) bi’seti öncesinde cahiliye döneminde yaşanan savaşlar misali, sürgit devam eden kan davalarını, aşiretlerin bilge insanları veya eşrafından kimseler durduramazlardı. Kimi zaman devlet bu olaylara müdahil olarak ancak bir kan davasını bitirebilirlerdi.

Ancak bu yıllar süren kan davalarından hiç kimse karlı çıkmazdı. Taraflar, her zaman karşılıklı ve çok yönlü kayıplar yaşarlardı. Can kaybı, mal ve vatan kaybı, itibar kaybı ve daha nice kayıplarla yitip giden yıllar, ömürler… Sadece bu da değil. Sürekli diken üstende, huzur ve güven ortamı yerine şiddet, anarşi ve kaos içerisinde olmak. Nice aklıselim insanların, “niye geldim bu dünyaya” gibi sorular sormak zorunda kaldıkları ahval ve şerait…

Şimdi günümüze geldiğimiz zaman, tüm bu olumsuz ortamları, küresel çeteler diyebileceğimiz, bir avuç mutlu azınlık, tüm dünya insanlarına yaşatmaktadırlar. Dünyanın küresel veya bölgesel gücü konumuna gelmiş devletler de ha bire daha ölümcül silahlar üretmek suretiyle savaş ve ölümün değirmenine su taşımaya devam ediyorlar. Aşiretler arası kan davalarını eninde sonunda, kimi bilge insanlar araya girerek bir sulh yolu bulurlardı. Çünkü kavganın, şerrin, savaşın sonu yok. Hani derler ya “savaşın kazananı, barışın ise kaybedeni olmaz.”

Tüm dünya insanlığı kan ağlarken neden kan davaları misali savaşın değirmenine su taşınıyor. Devletler, milletler, şirketler, “savunma sanayi” altında “saldırı sanayi” ini canavarlaştırıp duruyorlar. Tüm devletler buna odaklanınca, bu ister istemez bir yarışa dönüşüyor. Çünkü devlet ve milletlerin her biri, hasım gördüğü karşı cenahtan daha güçlü olmak zorunda görmektedir. Devletler, ölüm kusan savaş makinalarına yatırdıkları masrafın onda birini barışa yatışalar, dünya gülistan olur ama….

Peki devletler arasında devam eden ve adeta kan davasına dönüşmüş olan bu kirli savaşları kim durduracak. BM niçin var? Dünya insan hakları örgütleri ne iş yapar? Uluslararası adalet divanları, küresel mahkemeler niçindir? “Dursun bu savaşlar” diyebilecek yiğit ve cesur siyasetçiler ve devlet adamları olmayacak mı? İşte bunun cevabı, Resulullah'ın (sav) bi’seti sonrasında gerçekleşen İslam’ın adalet ve merhamet ikliminde aramak gerekir ki, bunun için İslam ümmetinin; tarihte olduğu gibi güçlü ve kuvvetli olması gerekmektedir.

Güç adaletle birleştiği zaman; huzur, selamet, güven ve merhamet vesilesi olur. Ama tam tersine güç zulümle birleştiği zaman; kaos, anarşi, zulüm, işgal, sömürü, katliam ve talan sebebi olur. Nitekim İslam medeniyetinde güçle adaletin dünya insanlığına sunduğu ve huzur ve selamete, yalan söylemeyen tarih ve dost düşman, insaflı olan birçok insan şahittir. Her ne kadar doğru söyleyen tarihin sesi çok cılız çıksa da yine de bir şekilde duyulmaktadır. Ama İslam ümmeti gücü vahşi batıya kaptırdığı günden beri yeryüzü sathı, kaos, anarşi, terör ve bin bir türlü zulmün adeta cehennemini yaşamaktadır.

Dolayısıyla insanlık yeniden huzur ve barış ortamına kavuşmak istiyorsa, İslam’ın adaletine teslim olmak zorundadır. İslam halklarının da ümmet ruhu ve kardeşlik şuuruyla bir ve beraber olmak için harekete geçmeleri gerekir. zira ümmetin ve insanlığın bu perişan halinin sebebi; ne düşmanın güçlü olması, ne de Müslümanların güçsüz olmasındandır. En büyük sebep, tefrika sebebiyle ümmetin gücünün dağılmasındandır. Şu halde, bu gerçeğin farkında olan İslam’ın ulema ve ümerasının da bunu yönelik ellerini taşın altına koymaları gerekir. Zira tüm insanlık barış, huzur, güven ve adalet iklimi bekliyor. Bunun için ümmetin güçlü olması gerekiyor. Ümmetin gücü ise bir ve beraber olmakla mümkündür. Bir ve beraber olmanın gerçekleşmesi için de en büyük görev, ulema ve ümeraya düşmektedir. De haydi bakalım…