Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Eylül 2021

Savaş, kan ve BATI!

Rahip Antonio de Montesinos, 1511’de Hispanyola adasında bulunan bir kilisede vaaz verirken, dönemin süper güçlerinden, sömürgeciliğin ve kolonyalizmin öncülerinden olan İspanya’nın yerlilere karşı işlediği vahşeti sömürgecilerin suratına çarpmak için şöyle haykırmıştı:

Ben bu kürsüye, yerlilere karşı işlediğiniz suçları size anlatmak için çıktım. Ben, bu adadaki çölde haykıran İsa’nın sesiyim; öyleyse bu sesi duymak için, beni üstünkörü değil, can kulağıyla dinlemek zorundasınız; duymayı hiç aklınıza getirmediğiniz en korkutucu, en katı, en acı sesi, hiç duymadığınız en olağanüstü sesi…

Bu ses size, masum bir ırka karşı acımasızlığınız yüzünden, bağışlanmayacak bir günah işlediğinizi, o günahla yaşadığınızı, o günahla öleceğinizi söylüyor.

Söyleyin bana!

Hangi ilke, hangi adalet anlayışı, yerlileri böylesine korkunç bir kölelik içinde tutmanıza izin veriyor?

Hangi hakla, kendi topraklarında barış içinde yaşamakta olan bu insanlara karşı, böylesine ürkütücü bir savaşa giriştiniz?

Neden onları böylesine yoruyor, yeterince beslemiyor, sağlıklarıyla ilgilenmiyorsunuz? Çünkü onlardan istediğiniz aşırı işler onları çökertiyor, öldürüyor; daha doğrusu, her gün biraz daha altın elde etmek için, siz onları öldürüyorsunuz.

Ya onları eğitmek için ne yapıyorsunuz?

Onlar da insan değil mi?

Onların da bir aklı, bir ruhu yok mu?

Dinlenmek maksadıyla yazı yazmadığım bu bir aylık süreçte bilhassa ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve beraberinde başlayan göçün dramını konuştuk. Dünya konuştu, biz konuştuk çünkü ülkelerinden kaçan Afganlıların kahir ekseriyeti Türkiye’yi tercih ediyordu. Bu tercih biraz da zorunlu idi çünkü hem Türkiye’den Batı’ya gitmek daha kolaydı hem de Türkiye’nin kardeş Afgan halkına kucak açması yeni değildi.

Bugün Batı, ülkelerinde çıkardıkları fesat ve katliamlardan dolayı muhacir olan, göç etmek zorunda bırakılan insanlara insanlık dışı muamelede bulunurken kendi değerlerini de çiğnemekten sakınmıyor. Zorunlu göçlerle ilgili göçmenlerin lehine aldıkları bir sürü kararı yok saymaktan çekinmiyor Batı.

Birlikte varoluşun felsefesini satan Batı, şimdilerde, “Biz var kalalım ama konforumuz için siz yok olun!” Westernizmini dayatıyor.

Oysa, “Konukseverlik, bir yabancının başka birine ait bölgeye vardığında düşmanca muamele görmeme hakkı anlamına gelir” diyor Kant. Ve biliyoruz ki konukseverlik “mekân” ve “imkân” ile anlamlıdır. Aylan bebeğin denizde boğularak ölümüne yol açan Batı, sınırı geçenlere de “çelme takarak” ne kadar konuksever olduklarını gösterdi(!)

Yukarıda alıntıladığım Rahip Antonio de Montesinos’in 1511’de gösterdiği bu kahramanlığı günümüz rahiplerinden de bekleyebilirdik lakin bugün Batılı siyasileri Doğulu devletleri işgale teşvik edenlerin başında rahipler yani Kilise gelmektedir.

Sadece Kilise mi?

Batı’nın aydını da filozofu da Batı ahlaksızlığını yaymaktan geri kalmamıştır.

Luther’den Erasmus’a, Voltaire’den Victor Hugo’ya kadar “Barış!” diyenlerin tümü sıra kendilerinden olmayanların hak ve hukukuna gelince kişilik bozukluğu belirtileri gösterdiler.

Bakınız,

Öve öve bitiremediğimiz Woltaire’in Osmanlı-Rus harbinde Rus Çariçe’si II. Katerina’ya şöyle sesleniyor:

Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek… İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler… Hümanizm ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim…

Batı bilmeli ki farklı kültürlerden gelen göçler insanlık ailesini daha yakınlaştırırdı. Lakin Batı’nın yakınlaşma gibi bir derdi olmadığı gibi “Barbar(!)” bildiği kendilerinden olmayanlarla sadece sömürmek maksadıyla yakınlaşır.

Şimdi günün anlam ve önemine binaen Batılılar adalet, eşitlik ve barış bağlamında mesajlar yayınlayacaklardır.

Biz de inanmaya devam edeceğiz(!)