Şaşkınlıklar
Arka arkaya eklenmiş ve hayatın normal seyrini bozan pek çok kutlamanın, kaybedilen değeri aramaya tekabül ettiğini biliyoruz. Fakat o değeri bulmak ve bütün bir ömür kaybetmeye özen olmadığını da… Öyle olsaydı her değere birer gün ayırmak yerine, hiç adı konulmadan, yaygara çıkarılmadan bütün bir ömür kıymetiyle yaşanır giderdi.
Bunlar içinde doğum günü kutlamaları bitmek bilmeyen törenleriyle zamanı sarsmaya devam ediyor. Pasta en önemli sembol. Güçlü bir sektör hediyelere büyük destek! Ölüm günlerindeki gibi bir helva ile yetinilmiyor zira.
Eskiden defalarca doğmazdık biz. Bir kere doğardık. Doğumumuza, varlığımıza sevinildiğini daima yudumladığımız için bunun yaygaralı ilanına ihtiyaç duymazdık. Ölümü iple çekmesek de bilirdik bir gün öleceğimizi ve bu bilinçle yaşamamız gerektiğini.
Her doğum günü ölümden kaçma, sonsuzluğa alışma yerine, ilkine yaslanma, bir çeşit sonluluktan korkma duygusunun bir tezahürü olabilir mi? Halbuki fena halde faniyiz. İyi ki geçiyoruz. Geçmesek kalsak daha zor değil mi?
Dost peygamber as "Lezzetleri yok eden ölümü çokça anın" derken; -hayatın ağdasını makul bir tada çeken, abartmayan, bir gün güzellikle gideceği gerçeğinden uzaklaşmayan bir hatırayı canlı tutmamızı öneriyor.
Hayatın neşesine bir kasıt, tadını kaçırmaya eğilim değil bu. Yalnızca fazla tadın bir tatsızlık olacağına işaret etmek. Unutkanlığı artıracağına…
Hz. Peygamber as, doğumu çokça hatırlayınız, bol bol kutlayınız, pasta ve hediye şarttır, pahası insanın değerini gösterir filan gibi şeyler dediğini hiç hatırlamıyorum. Fakat Müslüman toplumun doğum günü hassasiyetine bakılırsa bunları sıkı sıkı tembihlemiş gibi…
Öte yandan aynı Müslümanlar "ölümden korkmama" özellikleriyle "ölümü öldürme" güzelliğine erişmiş durumda mıdırlar? Yoksa kimi zaman ölümden korkmuyoruz sloganı ardına yaşamaktan korkmayı mı saklıyorlar? Neden insan gibi yaşama seviyesine erişmemiş mazlum halklarla dolu dünya? Ya da neden bazı halkların yaşamı çok değerli olurken, bazı halkların bırakın yaşamı, ölümleri bile değersiz… Rakamlarla kolayca ifade ediliyor ve dünya hiç cenazesine uğramıyor.
Bunca doğum günü kutlama telaşı ile, dünya genelinde kaybedecek bir şeyi olmayanlara, yoksul insanlara ölümün kolayca göze aldırılışını aynı karede, yuvarlakta düşünmek ne güç!
Tamam. Müslümanların kaybı gaybtır ve öldüklerinde asıl kayıplarına kavuşurlar. Kaybettiklerini kazanmak olabilir ölüm, bir Müslüman için. Fakat bu onun yaşamın değerini bilmemesine ve dolayısıyla onun -madem değerini bilmediği- yaşamının elinden alınmasına yeter sebep midir?
Hemen her konu gibi bu konu da en olgun aşamasından, doygunluk noktasından, zirvesinden kaymakta ve farklı bir yere gitmektedir. Ölüme inanmanın, yaşamı inkar ettirmesi ve bu inkarın kaldırılamayıp tutup başka kültürlerden çalınan kırık kopuk doğum günü kutlamalarıyla telafiye gidilmesi veya sonradan sonraya yaşamı abartmaya dönüşmesi ne garip…
Ahirete inanmanın, bizde dünyayı inkâr etmeye d/evrildiği gibi. Yine dinde istenmeyen şeyin servet yığma, bir bakıma "servetcilik yapma" olduğu halde, adeta yoksulluğa güzelleme olarak anlaşılması ve yaşanması gibi. Dış görünüme gerektiğinden fazla önem vermemenin, pejmürdeliğe, pespayeliğe mazeret olarak gösterilmesi gibi... burada sayılıp bitirilemeyecek kadar dengesizliklerimiz de var.
Ölümden korkmamakla "ünlü" olan Müslümanlar, yaşamaktan korkmuş gibidirler. Ölüm övücülüğü yaygındır. Bu kapsamda şehitliğin, şahitlikten (yani yaşaya yaşaya hakikate delillik etme, hakikatin açık kanıtı olmaktan) daha çok öne çıkarılmış olması, kindar ve muhteris güçleri de çok cezbetmiş ve Müslümanların kolaylıkla katledilen insanlar olmalarına neden olmuş olabilir. Sayısız ölseler de dünyanın sesinin çıkmayışının altında, "onlar nasılsa ölmeyi yaşamaktan çok seviyorlar" düşüncesi yatıyor olabilir.
Böylece yaşamı, yaşam alanı olan dünyayı paylaşmak istemeyenlerin adeta gönüllü hedef kitlesi haline gelmiş olmalarında öldürülenlerin kendilerinin de katkıları var. Çünkü eğer bir toplum bizzat kendi yaşamına değer vermiyor, özenmiyorsa bir başkasından, özellikle düşmanından bu değeri ve özeni beklemesi anlamsız.
Sadece bu da değil. Sadece öldürülmüyor kimi toplumlar, hayatlarına değer vermediklerini bilimleri, teknikleri ile özellikle gösteriyor ve hatta kendi kendilerini de öldürür gibi bir yaşam da sergiliyorlar. Bir çeşit intihar. Yani dinen çok yasak bir şey… Bu toplumların dünya hayatlarına, yaşamlarına ne kadar itina gösterdikleri, ne ciddiyette hayatlarına sahip çıktıkları da irdelenmeye muhtaç bir seyirde devam ediyor.
Demem o ki Müslümanlar veya en doğrusu yoksul ve canı can olmayan, "patlıcan" olanlar, kendi canlarına kıymet vermedikleri için, bizim canımız tatlı şeklinde bir tutum sergilemedikleri için, tarih boyunca ve halen hunharca öldürülmeye devam ediyorlar. Ölümden sonraki hayata inanacağım derken ölümden önceki hayatı inkâr etmiş ve yaşamanın değerine vakıf olamamış bir toplumun doğum gününü kutlamaya bu denli adapte olması, hatta bu kadar abartması sizce de epeyce ilginç değil mi?
Yaşamına doğru dürüst sahip çıkmamış bu toplumlarda “doğum günü” neyin nesidir demek istiyorum. Yani. Kısaca…