Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.66
Gram Altın
2962.93
BIST 100
9672.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Kasım 2014

'SARAY'IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

Hayata bakışımın her zaman romantik düzeyde seyretmediğini öncelikle belirteyim. Romantiklik, kötü bir şey midir? Hayır değildir. Hayatın içerisinde olması gereken benim bir parçam diye düşünürüm romantikliği. Mesela; eşinizle ilişkinizin romantik ve reel boyutları vardır. İkisi de evlilik ve ailenin sürdürülmesi için gereklidir. Tamamen romantik ergen aşkları "geçim kaygısı"nı düşünmediği için, her şeyi geçime indirgeyen de hayatın romantik boyutunu ihmal ettiği için sorunludurlar.

Fakat burada romantikliği başka bir bağlamda kullanmak istiyorum. O da, hayatın realitesini atlayacak derecede hayata romantik bir bakıştır. Abdulkadir Es-Sufi gibi bazı yazarların Batı algılarında ve tepkilerinde böyle bir boyut vardır. Yalnız böyle bir bakışın, insanın hayata bakışı ve felsefesine hiçbir katkısı olmadığı gibi bir yargı içinde de değilim. Çünkü aksi bir tavır, varolan herşeyi olumlamaya doğru götürür. Nihayetinde bugün olan biten hadise de budur.

Bu kadar sözü aslında, epey tartışılan ve tartışması da devam edeceğe benzeyen "Aksaray" için bir mukaddime olsun diye söyledim. Baştan hemen belirteyim ki, "böyle bir saray (zaten çok estetik bulmadığımı da belirtmeliyim) çok mu gerekli idi" sorusuna, baştan beri vicdanım "evet" diye cevap vermedi. Üstelik de hani mevcut saraylardan daha iyi de değil.

Fakat ben burada "gereklilik" kelimesinin ötesinde, muhafazakar zihnin "saray"ı meşrulaştırma düzeyleri ve içeriği üzerinden de konuyu ele almak istiyorum. Birincisi; Saray, Türkiye insanının genel yönelimleri ve trendleri ile örtüşüyor. O da lüx ve konfor bakımından hala yaşanan kuvvetli arzu ve iştiha. Aylarca önce bir yazımda teknoloji üzerinden bu olguyu "doymamış teknoloji oranı" başlığıyla anlatmaya çalışmıştım. İkincisi; Saray bazı yazarlar, kişiler ve entelektüellerce Türkiye'nin ele güne karşı bir vitrini olarak meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu, kanaatimce önemli oranda Batı'ya karşı bir eziklik duygusundan beslenen psikolojik bir travma olsa gerektir. Çünkü "saray" kelimesinin arkasını dolduracak teknolojik, entelektüel, estetik bir birikim ve müktesebatınız var mı?

Bu durum üçüncü bir boyutu daha ajandamıza getiriyor; o da zayıfların vitrini güçlendirme eğilimlerini. Tam da bu noktada 1980'li yıllarda şahit olduğum bir olayı aktarayım: Bir tanıdığımız fabrika açma sevdasına tutuşmuştu. Fakat bunu sağlayacak tam tekmil bir paraya sahip değildi. Etrafa epey borç yaptı. Fakat ilginçtir, en iyi donattığı ve lüx inşa ettiği yer patron ofisiydi. Hatta fabrikada işletme için önemli bazı aparatları bile alamamıştı. Şimdi Türkiye'nin bu kadar iç ve dış borcu varken, asgari ücret yerlerde sürünürken, iki üç ailenin geliri "fakirlik sınırı"na yaklaşamazken, vitrinimizin güçlülüğü neyi ispat edecektir?

Dördüncüsü; yine bazı yazarlar "Saray"ı Türkiye'nin medeniyet ufku ile irtibatlandırmak istediler. Hatta saraya itiraz edenleri bu medeniyet ufkunu anlamamakla suçladılar. Bunlardan bir kısmının içeriği de örtük bir biçimde yer kapmaya çalışan kimselerin vıcık vıcık ifadeleri ile dolu idi. Medeniyet ufku meselesini önemserim; ancak medeniyet bir ihtişam olarak algılanmaktan ziyade birikim, bilgi, müktesebat, ufuk, esetetik ve paradigma demektir. Şimdi "Saray" ve "medeniyet" kavramları arasında kurulmaya çalışılan ilişkinin arkasında bu saydıklarım ne kadar var? Desteksiz böyle sallayanlara Tuik'in verilerine göre son yıllarda betonlaşma oranını ve yapılan futbol sahası sayısına bakmalarını öneririm. Tabii ki bunun karşılığında ne kadar yeşilin ve arazinin heba edildiğine de. Hala Avrupa örneğini verecek olanlara da özellikle İsveç ve İngiltere'yi gezmelerini öneririm.

Beşincisi; Medyada gördüğüm ve okuduğum kadarıyla, Aksaray'ın kaçak olduğuna dair bazı bilgiler var. Ben hukuki süreci ve bu sürecin geldiği noktayı bilmiyorum. Ama en azından mahkemenin yapıma dair bir kere iptal kararı verdiği bilgisine sahibim. Şimdi durum böyleyse, bu durum ülkede kaçak yapının giderek meşrulaşmasına sebep olmaz mı? Yani herkes "hükümet bile kaçak yapı yapıyor" demez mi? Benim aslında problem ettiğim şey, bunun üzerinden kurulan devlet-birey ilişkilerinin kurulacağı ilkesel zeminlerin tarumar olması. Muhafazakarlar değil miydi tarihten kıssalar anlatan? Falan padişahı, kaçak ya da falanın arazisine razı olmadan bina inşa ettiği için eleştiriye tabi tutan.

Altıncısı; Facebook'ta şöyle bir paylaşım görmüştüm. Sarayın yapılması için her vatandaşın cebinden 18 TL çıkmış. Arkasında bunu paylaşan "Helal olsun" diyor. Benim asıl şaşırdığım, muhafazakarlığın değişme, dönüşme ve evrilme süreçleri ile bu süreçte nasıl da birden manevrası kuvvetli meşrulaştırma söylemleri üretebilmesidir. Gerçi buna epeydir şaşıramıyorum. Kendime bu "saray" meselesine acaba romantik mi bakıyorum diye ciddiyetle sordum; ama yukarıda sıraladığım parametreler, sürekli önüme realiteleri çıkardı.

Benim bir sorum var; Acaba bu sarayı daha önceki hükümetin lideri Bülent Ecevit yaptırsaydı, muhafazakar müslümanlar ona nasıl bir tepki göstereceklerdi?