Şankıti'nin Hallaq eleştirisi(2)
Şankıti, “ İmkânsız Devlet” yaklaşımını örtülü bir laiklik
çağrısı olarak görür. Ayrıca Hallaq’ı nihilist olmakla da suçlar. Zira ona göre
Hallaq, siyasi özgürlük mücadelesinde insanların ilham kaynağı olan değerleri
şüpheli hale getirmektedir.Müslümanları ümitsizliğe sevk etmekte; laik devlet önermediği gibi İslam devletini de mümkün görmemektedir. (Sf: 457)
Kısacası Şankıti’ye göre Hallaq,Müslümanları iki arada bir derece çaresiz ve ümitsiz bir şekilde bırakmaktadır.
Şankıti bununla da iktifa etmez. Hallaq’ı nihilist olmanın yanında selefi
olmakla da suçlayarak bariz bir çelişkiye düşer. Hızını bu noktada da kesmez ve yaptığının Batı tecrübesine haksızlık
olduğunun da altını çizer. Ona göre
yapılan bir ilacın tedavi edici yanını görmeyip yan etkilerini öne çıkarmakla
eş değerdir. (Sf:458)
İlaç örneğini görünce aklıma ister istemez merhum Cemil
Meriç’in aptal hizmetçi benzetmesi
geldi. Hizmetçi efendisinin ilacını kullanarak kendisinin de sıhhat
bulacağı vehmindedir. Lakin yanıldığını anlaması fazla vakit almayacaktır.
Şankıti, Hallaq’ın kafasındaki modelin modern devletin yerel/bölgesel karakterini tartışmaya
açarak, İslam hukuku ile milli/ulus devletin imtizaçının mümkün olmadığını
göstermeyi hedeflediğini söyler. Ona göre imparatorluktan ziyade ulus devletler
Medine’deki nebevi devlete daha çok benzemektedi. (Sf:459)
***
Doğrusu bu eleştirilere katılmak zannımca pek mümkün değildir. Elbette ne Hallaq ve ne de bir
başka kimse eleştiriden muaf tutulamaz. Lakin bu, yapılan eleştirilerde
sahicilik ve tutarlılığın aranmayacağı anlamına da gelmemektedir.
Evvela ulus devlet anlayışının İslam’ın siyasi ideallerine daha uygun
olduğunu düşünmek mümkün değildir. Aksine bir halde Kemalist cenahın “Mustafa
Kemal bizi ümmet olmaktan çıkarıp çağdaş ulus haline getirdi” cümlesinin
önemini es geçmiş oluruz. Bu söz öyle basitçe geçilecek sıradan bir slogan
olmayıp Kemalist modernleşme projesinin bel kemiğidir. Laiklik de dahil diğer
bütün değişimler bizleri ümmet halinden çıkarıp ulus haline getirmek için
kullanılmış aparatlardır. Ayrıca Batı için İslam ülkelerine zerkedilen bütün
ideolojilerin temelinde yatan ana hedef Müslüman halkların “ümmet” bilincini
terk edip kurulan modern devletler eliyle uluslaştırılmasının amaçlanmış olmasıdır.
Bu bakımdan Şankıtı’nin laikliğe
karşı olduğunu defalarca söylemiş olması bu ahvalde hiçbir pratik yarar sunmamaktadır.
Keza Şankıti’nin büyük bir ümit bağladığı demokrasi de ancak yine devlet eliyle uluslaşmış
toplumlar için uygulanabilir bir projedir. Ayrıca ne zaman ki uluslaştırılan
toplumlarda demokrasi istenilen neticeyi hasıl etmemiş ise Batı tarafından ipi tereddütsüzce
çekilmiştir.
Aslında Şankıti’de vaziyetin farkındadır. Yapmış olduğu iktibaslarda, Huntington’un
demokrasinin Türkiye’yi götüreceği yerin
temellere ve dine dönüş olduğuna işaret ederek “bu ahvalde ne olur?”
sorusunu sorduğuna işaret etmektedir. (Sf: 455)
Bunun üzerine kurucu tecrübe olan nebevi devletin günümüzde ulus
devlet ile uyuştuğunu iddia edebilmek
bana hakikaten sorunlu gözükmektedir.
***
Evet, Şankıti kitabında oldukça bol malzeme vermektedir. Hatta yeri gelmişken ifade etmekte yarar
var, hadis külliyatından yaptığı iktibaslarla günümüzdeki hadis karşıtlarının
ne kadar haksız olduklarını da gözler önüne sermektedir. Çünkü hadis kitapları
Hz. Peygamberden nakledilen sözler kadar yaşanmış olayları da aktarmaktadır. Bu
bilgiler olmadan İslam’ın anlaşılması son derece yavan kalacaktır. Fakat Şankıti
bütün mesaisini iktidarın babadan oğula geçmesine hasretmiştir. Sanki başka bir
problemi yokmuş gibi bir intiba uyandırmaktadır. İşin daha vahim tarafı bu takıntısı
için tek çözümün demokrasi olduğunu her fırsatta ima ediyor olmasıdır.
Mesela düşünürümüz Rasulüllah’ın övdüğü Hristiyan Habeş Kralınının yönetimini bile
adaletten ziyade “günümüz demokratik
devletlerinin büyük bir kısmı bu sınıfa dahildir diyerek” demokrasi ile
arasında anlaşılamaz bir benzerlik kurmuştur. (Sf:487)
Hayır günümüzün demokratik devletleri Habeş Kralı Necaşi kadar bile adil degildir
Peki sorunun temelinde yatan etken neresidir?
“Hallaq’ın da tıpkı onlar gibi (selefiler kastediliyor) İslami
değerler hakkında hüküm verirken nihayetinde vahyi değil de Müslümanların tarihindeki
yaşanmışlıkları kıstas aldığını görmüştük.” (Sf: 473)
İşte “tarih” yaklaşımında seçilecek metod üzerinde durulmayı
gerektiren büyük bir önem arz etmektedir. Zira konunun temelinde yatan
belirleyici budur.