Sanatı sorgularken
Yüceltilen her şey sorgulanmayı da göze almış olmalı, eleştiriden korkmamalı. Buna sanat da dahil… Çünkü abartı ve yüceltme nasıl herhangi bir değeri yerinden oynatmış ve ondan azami yarar üretilmesini engellemişse, sorgulama ve eleştiri de onu yeniden asıl yerine, değerine davet eder.
Tatlı tatlı eğlendirir ve keyiflendirirken bizi başka türlü
bir kaosa mı götürüyor olduğu noktasında sanatla yüzleşmek istiyoruz.
Bize değiş diyen ve ona uyup peşine düştüğümüzde bizi
kendimizden eden, sanki hiç kimliğimiz yokmuşçasına bizi karartan “kimi”
sanata, dönüp; “sen değiş!” diyebiliriz. Biz üretiyorsak dönüp kendimize veya her
kim üretiyorsa ona “asıl siz değişmelisiniz” de diyebiliriz. Bizi kendimizden
etmesinden kastım ise sadece insanlığımızdan etmeye kalkışmasıdır. Milli
kimliğin üstünde bir üretim zaten insanlığın ortak var oluşunu yüceleyen bir
üretimdir ve dolayısıyla milli de dahil hiçbir asil kimliği zedelemeyecek
kıymettedir. Fakat sanat gibi sadece güzel olana teşne bir yapıdan hiç
olmamışlıklar, çiğlikler, nereye koysan olmuyor’lar, yozlaşmışlıklar akıyorsa,
sanata bunun nedenini sormak, oradan da sanatı üretene, sanatçı kimliğiyle
meydanı işgal edene doğru sorular yöneltmek zorundayız.
Mesela; sen istemiyorsan tüketicisi olmayıverirsin olur
biter anlayışı sözümüzü kesecektir. Fakat istemeden de bir tüketim dayatması
olduğundan şikayet edeceğiz. Burada şikayet etme hakkımız olsa da bu hakkın
peşine düşmekten daha çok şikayet konumunda kalmamız bizi üzecektir.
En çok ta her üretilenin bir pazarı vardır ve zaten en çok
ta herhangi bir yüce amaçla değil, tamamıyla ticari amaçla üretilmiş olduğu,
adı sanat da olsa gerçekte bunun herhangi ticari bir mal olduğu, o halde
kazanmanın neresinin kötü olduğu yaygın anlayış ve itirazı önümüze geçecektir.
Kazanmanın sadece para kazanmak olduğunu düşünenlerce… Masumiyetin kaybedilme
törenini sessizce izlemeniz, herkes eğlenmeye dalmışken çıkıntılık yapmamanız
önerilecektir. Özellikle sanatı üreten konuma geçmemişsek, daha berisi(maalesef
ötesi değil) üretileni eleştirebilecek bir bilgi ve bilinç geliştirmemişsek bu
itiraz, emek vermediğimiz halde önemsediğimiz bu konuda muhatabımızı “haklı”
konuma yükselecektir.
İşte o zaman… “Bizi bu denli etkisi altına alan, insanlık
ailesinin masumiyetini hatırlamasına değil, unutmasına, kaybetmesine yarayan
sanat bu hale gelinceye kadar biz neredeydik?” sorusu içimizi oymakta daha bir
hak kazanacaktır.
Sahi biz neredeydik?
(Bizin tam olarak kimler olduğunda keskin bir fikrim yok.
Çoğu zaman o bizin içinde, bu yanılgılarla hareket eden biri olmasam da
şefkatimden biz diyor olabilirim. Çoğu zaman dinin muhafızları tarafından
dışlanan olsam da… Aslında sahi siz neredeydiniz sorusu daha haklı. Artık
kişisel manada kendi hakkıma girmemeliyim. Yazının bundan sonrasında biz
demeyeceğim. Çünkü asla bu şekilde bir yaşam geliştirmedim.)
Sanat konusunda geçmişten günümüze kesintisiz bir var oluş,
gün içinde yeni sanat projeleri ve evrensel çeşitlemeler hakkında bir fikriniz
var mıydı? Ülkemize ve dünyaya ilkelerimizden kanatlanan ve her yerde ve
kültürde illa şenlikle, alkışla karşılanacak kıymette evrensel eserler
üretimiyle mi meşguldünüz? Yoksa sanatın İslam sanatları olarak bir kenara
ayrılanlarının dışında, kimi belli başlıklar dışında “çok günah” olduğunu mu
tartışıyordunuz, devasa fetva ciltleri arasında. Saptırıcı olduğunu… Neslimizi
nasıl koruyacağımızı…
Fakat o kadar sıkıcıydınız ki; nesil dediğimiz,
çoluk-çocuk-genciniz çoktan üretilmiş filmlerin önündeydiler kola ve patlamış
mısırlarıyla. Çünkü sizin gençleriniz sizin yanınızda hayal kuramazdılar.
Günahtı, saptırıcıydı; sanatçı olamazdılar. Şeytan işiydi tiyatro, hele sinema…
Radyo da zamanında gavur icadıydı ama onu ne çok sevmiş, ne çok oyalanmıştınız
onunla. Sonraları nereye dönseniz ekran. Alnınız ekran. Yüzünüz ekran.
Deli gibi yasakladığınız her şeye önce siz bulandınız. Hem
de seviyesizce!...
Çocuklarınızın ellerine birer enstrüman vermeye ne zaman
başladınız? Bir fotoğraf makinasına, kameraya ne zaman dokundu kimi çocuklar ve
gençler?
Sorgulama derken, dönüp kendimize de gerekli soruları sormak
durumundayız. Belki bu konuları iyiden iyiye rayına oturturken bir yandan da
sanatın durduğu sabitelerin ne menem bir şey olduğunu bize bir anlatmasını rica
ederiz. Sonucu ne olursa olsun illa değişim delisi değil, hakikaten değişmesi
gereken olumsuzlukları neye, kime, kimlerin menfaatine bizden istiyor
olabileceği hakkında bilgilendirme yapmasını rica ederiz. Sanat bütün bunlara
kendisi cevap veremez. O halde sanatı üreten, üretimini destekleyen, planlayıp
programlayıp toplumlara, piyasaya veya daha ötesi öbek öbek, kesim kısım
toplulukların ruhlarına, kitlelerin benlik, senlik, o’luklarına sunulması
sürecinde bir şekilde rol alanlara bu soruları sormak lazımdır. Kavgayla değil,
iyi niyetle, belki kurtulmaya çalıştığımız cehaletin affını talep ederek,
ilkeli ve güzel üsluplarla…