Sanatçının ölümü
Türkiye'de bazı yitiklerimiz oluyor. Ama bu hengame içinde göz gözü görmediği için kimse farkında değil. Sanatçılarımızı kaybediyoruz, ilim adamlarımızı sonsuzluk diyarına uğurluyoruz. Artık bu ölümler, medyada haber bile olmuyor. 'Gezi'yle yatıp, 'gezi'yle kalkıyoruz. Halbuki o yazarlar, o sanatkarlar, o alimler ömürlerini bu toprağın insanlarına adamışlardı. Yakınlarda kaybettiğimiz değerlerimizin hayatlarından ve eserlerinden kısaca bahsedelim.
PERİDE CELu00c2L:Önce aşk ve serüveni konu edinen popüler kitaplarla tanınan daha sonra, emek mahsulü kalıcı romanlarla adını duyuran Peride Celal, 1915 İstanbul doğumluydu. Çocukluğunun büyük bölümünü Anadolu'da geçirmişti. Basın Yayın Kurumu'nda ve Yeni İstanbul gazetesinde çalışmıştı. Kendisini tamamen yazıya verdi. "Ak Kız" adlı ilk hikayesi 1935'te Yedigün dergisinde çıktı, ardından değişik gazetelerde hikaye, röportaj ve romanları yayımlandı. Romanları Sönen Alev, Yaz Yağmuru, Kızıl Vazo, Üç Kadının Romanı, Üç Yirmi Dört Saat, Gecenin Ucundaki Işık veEvli bir Kadının Günlüğünden.
Peride Celal başlarda popüler romancılarımızdandı. Romanları satıyor, genç kızlar onu seviyordu. Son döneminde, nitelikli ve kalıcı romanlar yazmaya başladı. Daha az fakat insanın iç dünyasını yansıtan kitaplara imza attı. Hikayelerinde Anadolu gerçeklerini anlattı. Peride Celal, rahatsızlığı dolayısıyla uzun yıllardan beri basında görünmüyor ve röportaj tekliflerini kabul etmiyordu. Bir gün telefonla aramış ve kendisiyle görüşmek, bir röportaj yapmak istediğimi söylemiştim. Nisan 1999'un başıydı. "Teşekkür ederim, yurtdışına çıkacağım, dönüşte görüşelim, ay sonunda arayın." demişti. Bir daha aramıştım. Bu sefer de, "Hafif rahatsızım, doktorlar Güney'e, Antalya'ya gitmemi tavsiye ettiler, 5-10 gün sonra bir daha arayın." demesi üzerine bir daha telefon ettim. "Sadece romanlarım ve kitaplarım üzerine konuşmayı kabul ediyorum. Telefonunuzu bana verin ben sizi arayacağım." dedi. Telefonumu verdim. Romancımız, rahatsızlığı yüzünden arayamadı. 2000 yılının başlarıydı, Ramazan Bayramı yaklaşıyordu. Eski bayramlar ile şimdiki bayramları karşılaştırmasını rica ettim. 7 Ocak 2000 tarihinde telefonla cevap aldım. Hüzünlü, kırık sesiyle şöyle diyordu: "Eski bayramlarla şimdiki bayramların farkı vardır. O çağın insanları ölüp gittiler. Eski bayramlara yaşlılarımız, dedelerimiz, ninelerimiz renk veriyordu. Onlara gidiyorduk, ziyaret ediyorduk. Bekliyorlardı, alışmışlardı. Şimdi çağ değişti, bayramlar değişti, onun için eski bayramlar ile şimdiki bayramlar arasında fark var. Kanımca Anadolu'da bayramla gelenekleri devam ediyor. Eski yaşanan bayram töreleri sürüyor."
ŞERİF AKTAŞ: Şerif Aktaş HocaTürkiye'de Yeni Türk Edebiyatı'nın önemli isimlerindendi. 1945 yılında Erzincan'ın Refahiye ilçesine bağlı Pınaryolu köyünde doğmuştu. 1963-1967 arasında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yüksek öğrenimini tamamladı. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı, Prof. Dr. Kaya Bilgegil'in danışmanlığında hazırladığı "Refik Halid Karay'ın Eserleri Üzerine Bir Araştırma" adlı tezi ile 1973'te edebiyat doktoru unvanını aldı. Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde binlerce öğrenci yetiştirdi. 1981'de doçent, 1987'de profesör oldu. Pek çok üniversitede görev alan Aktaş, 2002'den bu yana Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde bölüm başkanlığı görevini yürütüyordu. 20 civarında kitaba, 60'tan fazla ilmu00ee makaleye imza attı. Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş eseri önemlidir.
SAİT MADEN:Çevirmen, şair, ressam ve grafikerdi. 81 yaşında hayata veda etti. Babıali'nin beyefendilerindendi. 1931'de Çorum'da doğan Maden, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nü bitirmişti. İlk şiirleri, çeşitli dergilerde yayımlanmış, 1950'de Varlık Yayınları'nın düzenlediği çeviri şiir yarışmasında Baudelaire'den uyarladığı 'Moesta et Errabunda'yla birincilik ödülünü kazanmıştı. Octavio Paz, Pablo Neruda, Frederico Garcia Lorca gibi şairlerden yaptığı tercümelerle tanındı. 7 binden fazla kitap ve dergi kapağı çizdi.
MEHMET ALİ TANYERİ:Klasik Türk Edebiyatı hocasıydı. Birkaç yıl önce Dursun Gürlek Hocayla Cerrahpaşa'daki evine ziyaretine gitmiştik. Haza bir İstanbul beyefendisiydi. Hastaydı ve dışarı çıkamıyordu. Behçet Necatigil'i çok severdi. Divanlar Üstüne Eleştiriler, Örnekleriyle Cumhuriyet Şiirinde Deyimler, Örnekleriyle Türk Halk Şiirinde Deyimler, Örnekleriyle Divan Şiirinde Deyimler adlı kitapları yayımlandı. Talebesi Recep Seyhan, Sanatalemi.net'teki yazısında Tanyeri'ni şöyle anlatıyor: "27 yıllık hocalık hayatımda kendisi hep rehberim oldu. Dersi işleyiş tekniğinden sınıftaki bazı refleksleri bile bulaşmıştı bana. Dersini iple çekerdim; sınıfa girdiğinde içimiz aydınlanırdı. O kadar tabii bir davranışı vardı ki o an bir şiirin bir mısraı aklına gelmezse tavana müracaat eder ve oraya davet ederdi mısrayı. Mısra gelinceye kadar oradan ayırmazdı gözünü. Bu sürede biz sessizce beklerdik sadece; şimdiki öğrencilerin yaptığı gibi gülerek değil onu hayranlıkla izlerdik. Mısra geldikten sonra da kapağı açılan tencereden fışkıran buhar misali, aniden taşan bir baraj gibi patlardı ve aşk ve coşku dolu mısralar peş peşe dökülürdü. Bir görüşmemizde 'Sesim bana yabancı geliyor, onu tanıyamıyorum bazen.' demişti. Sarsıldım; bu cümlenin günlerce etkisinde kaldım. Son uğramamızda yerinde bulamadık; sorduğumuz komşusu taşındıklarını söyledi. Meğer Hoca dünyadan da taşınmış." Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum.