Sanatçı deyince
Sanatçı kelimesinde var oluşunu en güzel araçla, sanatla
gerçekleştirmiş ve toplumuna güpgüzel varoluş yol ve yöntemlerini sunan,
donanım ve kazanımını insanlığa açan bir profil akla geliyor. Kabalıktan,
şiddetten, tercihlere saygısızlıktan ve akla gelebilecek olumsuz, gayri
insani bütün tutumlardan kendini
arıtabilmiş, kendi iç kavgasını sıkı yapabildiği için kendisiyle ve insanlıkla
barışık bir insan hayal ediyoruz.
Sanatçı deyince daha neler hayal ediyoruz…
Fakat son örnekler gösteriyor ki; insanlık ilk eğitim gibi
tabii bir mektebe kayıtlı olmadan ne Hacettepe, ne Güzel Sanatlar diploması, ne
Cihangir alaylısı olmak hiç bir şey ifade etmiyor.
Ne güzel bir şarkı icra etmiş olmak, ne bir filmde rol almış
olmak ta…
Önemli bir ayrıntı olarak şu da karşımıza çıkıyor benzer
olaylarda. Olayın konusu doğrudan dinle alakasız olduğu halde, o kritik noktada
din ile, Allah ile de kavga ediliyor. Son Halil Sezai örneğinde olduğu gibi…
Öfkelendiği insana “Ezan mı okuyorsun?” diyerek bir daha, bir daha şiddet uygulaması
bana böyle bir yapının içerde başka türlü bir kavgadan çıkamadığını da
gösteriyor.
Tam bu esnada merak ettiğim şey şu: Bu yerleşik bir kin ve
nefretse bir sanatçı kimliği evrensel insani değerlere yaklaşık bir ürün eser
üretecekken bu kinin eşliğinde ne kadar insani, ne kadar evrensel olabiliyor?
İçinde taşıdığı kin sanatına nasıl bir etki bırakıyor? Böyle bir kin kimi
sanatçıların besleyip büyüttüğü bir varlık mıdır? Evrende, evde, hayatta
kolayca beslenebiliyor mu? Yoksa bazı özel şartlar mı gerekiyor?
Ne yazık ki bu ülkede kimi sanatçıların ön yargıları
Allah'la, anlamla zıtlaşmadan sanatçı olunamaz inadına saplanmış durumda. Tamam
imanları olmayabilir, isyanları olabilir. Fakat
İsyanları olduğu gibi bir isyan ahlakları da olması gerekir.
Sanatçı dediğimiz insan isyanını da sanatla ifade edebilen insandır.
Halbuki Halil Sezai o kelimeyi “isyaaaan” şeklinde başka
türlü uzatması ile tanınmıştı. Fakat o aşk acısından perişan olmuş bir bünyenin
isyanıydı hatırladığım kadarıyla. Herhangi bir tercihe isyan etme bilgi ve
bilinciyle, reddin entelektüel boyutuyla alakalı bir şey değildi. Ki yaşlı bir
insanı öleceğine inandıracak kadar hırpaladığı, söylendiğine göre şehadet
getirirken bir de “ezan mı okuyorsun!” diye hırpalamaya devam ettiği
bildiriliyor. Onun üzerinden adeta ezanı dövdüğü... Ezana yumruk attığı…
Bizse sanatçı kelimesine neler yükleriz. Sanatçıyı genel olarak nasıl biliriz? Mesela yumruk
yumruk yiyen, öldürülen o olsaydı ve bize sorsalardı “Nasıl bilirdiniz?” diye.
Halktan pek çok kişi şunları derdi: Muhalif biriydi. Duyarlıydı. A evet her
duyarlı insan gibi solcuydu. Hem nasıl aydındı. Tam demokrattı. Ama nasıl
halkçıydı.
Fakat şimdi ne diyeceğiz? Bazen sadece bir olay bütün her
şeyi kısaca, uzatmadan anlatır. Toplum olarak bize yaşatılan son olay da öyle
bir özelliğe sahip.
Bu ve bunun gibi sergilediğiniz olaydan ve kişilikten,
kimlikten sonra ne diyeceğiz bir sanatçının önünden ve arkasından? Çünkü artık
böyle böyle olumsuz örneklerle sizler bir anlamda “ölüyorsunuz.”
Tam da özellikle salgın sürecinde, yaşlısına sahip çıkan bir
toplum olarak onur duyarken yaptığınız işlere bakar mısınız? Bizi kendimizden
utandırıyorsunuz!
Bir sanatçının kaba şiddetle, yaşlıya el kaldırmakla, bir
dini cümle duyar duymaz din dövmekle ne gibi bir işi olur? Belki de yaşlımız
Çav Bella deseydi can tehlikesini atlatmış olurdu. O şiddetle kalkan eller
birdenbire saygıyla iner miydi?
Bütün bunlarla insani açıdan zaten ilgilenmekle beraber,
sanatçı olduğu bilinen, yani ruhunu bir şekilde, sanatın bir, iki dalı yaprağıyla
incelttiği düşünülen bir insanın yapmış olması açısından da ilgileniyorum.
Başka örneklerin yanı sıra bu yaşanan son olayla şaşkınlığımız olumsuz yönde
artıyor. Düşünsenize işin içinde haneye tecavüzden tutun da, yaralama, silahla
kasten öldürmeye teşebbüs var. Bunların hiçbiri olmamış olsa bile odun gibi,
doğaçlama bir aletle (yaşlı) bir insanın, hem de kaçmaya çalışırken üstüne
üstüne yürümek ve ona “ölüyorum galiba” duygusunu yaşatmak ta ne demek?!