Sanat ve İlim ve Gerçek
Defterime biriktirdiğim notların birinde şöyle yazmıştım. İlim sanma ki gelir getirir. İlim bilakis hakikate erdirir. Bir müddet sonra sanat ile de ilgili okumalar yapıp şu sonuca varmıştım. Sanatın ortaya koyduğu bir gerçek var. Bu,mantığın ve labaratuvar ortamının ortaya koyduğu formüllerden çok daha somut, çok daha mutlaktır. Sanat, hayatın özelliğini de ifade eder. Bu tür ifade daha ağır başlı, daha sorumlu görülen pratik ifade dilinde daha gerçek ve daha mutlaktır.
Sanat, ilmin bulduğu gerçeğin arkasındaki hayal dünyasıdır. İlim ile gerçek arasındaki sentaksın bir sonucu ve belki de ilim adamının aramadığı, bulduğunda da kenara bıraktığı bir eşyanın kaderini de taşır. Burada sanat, nesneleri açıklayan gerçek değil nesnelerin çeşitli sanatların dillerinde ifadesini bulduğunu da zikredelim.
Cristof Colomb, nasıl ki Amerika'yı bulup Hindistan zannettiyse ilim adamı da sanatı bulup başka bir şey zannedebilir. Bu nedenle sanat eserlerini bir bilim diline ya da gündelik dile çevirme olasılığı daha zordur. Eğer çevrilirse o eser sanatçının olmaktan çıkar. Yani Amerikayı Cristof Colomb değil Amerigo Vespucci olarak karşımıza çıkar.
Sanat, bir başka aleme ruh için değişik bir kapı açar. Başka hiç bir dilin gösteremeyeceği bir gerçeklikle hayattan hissesini almak üzere dalmış kimseye bir süre sonra gerçek dünyayı gösterir. Bu nedenle gerçeğin yani hakikatin sanata küsmesine burun kıvırtmasına gerek yoktur.
Burada sadece sanatın bir kaygısı olduğunu ifade etmek istiyoruz. Çünkü ilim-bilim ve sağduyu, eşyanın özelliklerini gerçekleştirmekle kalmaz, onları kontrol altına alma ve kontrolünde iş yaptırma derdindedir. Sanat ise metafizik bir kaygı ile bizi soyut düşünce harmalından kurtarır.
Sanat, yeryüzünde hep kendini gurbette hisseder. Mevlana Celalaeddin Rumu00ee'nin "Ney" metaforunu hatırlayalım. Ney, ne zamanki sazlıktan koparılıp insan tarafından çalındıysa, inlemeli sesler çıkardıysa bizim de ruhlar aleminden koparılıp gelişimiz hep ağlamaklı olmuştur. Ney ile insanın ortak trajedisini ancak Mevlana gibi sanatkarlar ortaya çıkarabilirdi. Bu da bir hünerdir. Sahi "hüner" Farsça'da sanat anlamına gelmiyor muydu.
Allah, insanoğluna akıl da vermiş ama kalb de vermiştir. Sanat akıl karşısında hep kalbin yanında yer almış ve aklın otoritesine başkaldırmıştır. Bu yüzden aklın yargısına kendisi için belirlediği kurallara teslim olmamak için hep çaba içerisindedir.
Son olarak şunu söylemek lazım. İlim-Bilim, gerçeği yani hakikati orataya koyarken sanat ise derin gerçekliği ortaya koyar. Ve bu derin gerçekler yalnızca sanat yoluyla ifade edilebilir. Burada sanat yer yer sağduyunun ve gündelik ifadenin ötesindeki bir alemi aydınlatır. Bu alem sağduyu ile ya da her günkü sözlerle anlatılamaz. Öyleyse Sanat ve İnsan kitabının yazarı İrwin Edman'a kulak verelim. Edman der ki. "Bu alem ancak sanat eserleriyle sık sık temas etmiş kimselere, kulakları sanat eserlerinin ince ve zengin ritmine, onun inceliklerine alışmış insanlara gösterilebilir.".
Edman'ın demek istediği mesele şudur. Sanatçılar sanatıyla yani eserleriyle konuşunca biz onların ne dediklerini anlarız. Ama bunlar deneyle ve mantıkla izah edilmeye çalışıldığında elde sıfır kalıyor. Sanat eserleri bizi kendilerine özgü bir aleme alır götürür.