Sanal sohbete alıştık
Siyasi kutuplaşmanın zihinlerden
sokaklara döküldüğü yılları yaşı kemâle ermiş olanlarınız bilirler. O yıllarda
yani seksenli yıllardan söz ediyorum. Sokaklar, caddeler, parklar, mahalleler
grupların terör elemanları tarafından işgal edilmişti. Sağcılık solculuktan öte
ülkesinin bağımsızlığı için savaşanlarla komünizm gelmesin diye çırpınıp
mücadele edenler vardı. Muhafazakârlık kavramının temsilcileri sağcı, sosyal
demokrat görüntü ile emekçilerin haklarını sloganlaştıranlar solcu diye
tanımlanıyordu. Komşular bölünmüşlüğü yaşarken, aynı evde farklı düşünceyi
savunanlar arasında bile kavga eksik olmuyordu.
Şöyle olsaydı böyle olurdu, öyle
deselerdi şöyle olacaktı gibi geçmiş günlerde yaşanılanları gündeme getirerek
kimseye hatırlatma yapmak istemiyorum. Yazımızı okuyanlar arasında da öküz
altında buzağı arayacakları peşinen uyarmak görevimi yerine getirmek istiyorum.
Anarşinin zirveye ulaştığı yıllardan bahsetmemizin tek nedeni o yıllarda
yükseköğrenimini Gazi Eğitim Enstitüsü
çatısı altında yapan kardeşlerimizin sosyal medya vasıtasıyla ayda bir
buluşmalarıdır.
Dostluklarını o yılların
yokluğunda iliklerine kadar yaşayan kader arkadaşlarının yıllar sonra buluşması
melun bulaşıcı hastalığın olmadığı günlerde olmuştur. Farklı sebeplerle zaman
zaman bir araya gelip eski günleri yâd eden kadim dostlar iftarları da es
geçmeden geçmişleri için okudukları hatimlerle manevî anlamda kaynaşmaları
sevindiricidir.
Malumunuz son bir yıldır
ziyaretler, görüşmeler ve toplantılarda yüz yüze gelmeksizin internet
imkânlarıyla yapılmaktadır. Mezunu olduğum Gazi Eğitimli arkadaşlarımızla her
ya görüşüp, sohbet ederken hatırı sayılır yazar ve sanatçılarımızla tanışıp
onların görüş ve düşünceleri ile müstefit olmaya gayret ediyoruz. Geçtiğimiz
günlerde hukuk adamı ve aynı zamanda yazar Nusret
Çiçek, yazar D. Mehmet Doğan’ı
misafir eylemiştik. Geçtiğimiz hafta içinde ise şair, yazar Mustafa Özçelik’le
buluştuk. Grubun kurulmasında emekleri olduğunu bildiğim Kadir Ekinci başta olmak üzere öğrencilik yıllarımdan aşina olduğum
çehrelerle sanal dünyada özlem gidermeye alıştık gibi. Teknolojik gelişmelerde
geri kalmadığımızı çocukların ve torunların yardımı ile hissettirmeden yolumuza
devam ediyoruz.
Yunus
Emre ve Mehmet Akif’le ilgili çalışmaları olan Mustafa Özçelik, onları sadece şair
sıfatlarının içine hapsetmenin hata olduğunu, insanımıza “Bildiğiniz şairleri sıralayın” sorulsa verecekleri cevapla bunu
teyit edebileceğimizi ifade etti. Her iki ismin şiirlerinde ve söylemlerinde
Kur’an ve hadislerin farklı söyleniş biçimleri ile karşılaştığımızı belirten
Özçelik tasavvufî ve dinî ifadeleri insanımıza tebliğde şairlikte öte
misyonları olduğunun altını çizdi. Şairliğin meslek olarak görülmemesi
gerektiğini, edebiyat teorisyenlerinin Yunus
Emre’yi tasavvuf şairi, Âkif’i
de toplum için sanat yapan şair olarak belirlemesinin modern zamanların işi olduğunu belirttiği konuşmasında Âkif’i sadece İstiklâl Marşı’na
hapsettiğimizden onun şairlik sıfatına sığmayan aksiyon ve düşünce adamlığından
söz edilmediğini vurguladı.
Yurtiçi ve yurtdışında
düzenlenen kültürel etkinliklerde birlikte olduğum Mustafa Özçelik’in yolculuklarda bizim gibi gevezelik etmediğini
bildiğimden “Kültürel anlamda
beslendiğiniz şahıs veya yer neresidir?” sualime tefekkür adamı olduğunu
tavır ve hareketleri ile belli edercesine Yunus
Emre ve Mehmet Âkif’ e Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u da eklediğinde uzun yıllar Polatlı belediye
reisliği yapan Yakup Çelik’in Eskişehir bağlantısından dolayı Atasoy Müftüoğlu’nun da beslendiği yer
olabileceği hatırlatması ile sohbet devam etti.
Genç neslin bizi biz yapan
unsurlardan bihaber yaşadıklarını hepimiz az çok biliyoruz bilmesine de
üzerimize düşenleri yerine getirebiliyor muyuz? Yıllarımızı eğitimle geçirmiş
olan Gazi Eğitimli muallimlerden söz ediyorum. Şimdilerde kimisi ‘ununu elemiş,
eleğini duvara asmış’ kimi torun bakıyor, kimi bağ ve bahçe ile uğraşırken bir
kısmımız da gündelik hayatın telaşesi içinde ‘neydi o günler’ i içten
söylemeyle tatmin oluyoruz. Şikâyetçi olduğumuz konularda üzerimize düşeni
yapıyor muyuz acaba? Kültürel anlamda öğrendiklerimizi bizden sonrakilere
aktarmak için ne gibi çabamız oldu? Tenkit ettiğimiz düzenin düzelmesi için
yapılan gayretleri takdir edebildik mi? Yoksa sırf bizim gibi düşünmüyorlar
diye günlük siyasi gelişmelere bakıp uzun vadede yapılacakları ihmal mi ettik?
Soruları çoğaltabilirsiniz. Soruları çoğalırken sorunların çoğalmaması için lütfen üzerimize düşenlerin şuuruyla hareket edelim. Halı altımızdan kayarsa hep birlikte düşeceğimizi hatırımızdan çıkartmayalım.
Ne Yunus Emre’nin ve ne de Mehmet Âkif’in derdi asla şairlik değildi, Safahat’ta Kur’an’a göre İslâm anlayışının hazırlığı var diyen Mustafa Özçelik’in sohbetinde şarj olduğumu belirtmek isterim.