Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2967.68
BIST 100
10023.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Aralık 2024

​Şam'daki kıvranma ile Ankara'da yeni stratejiler

Ortadoğu'nun karmaşık siyasi arenasında, Suriye iç savaşı yeni bir dönüm noktasına gelmiş görünüyor. Rus devlet medyasının son günlerde ortaya attığı çarpıcı iddialar, Beşar Esad'ın İsrail'e askeri sırları sattığını öne sürüyor. Bu gelişme, sadece Suriye'nin iç dinamiklerini değil, Türkiye'nin bölgesel stratejilerini de derinden etkileyebilecek potansiyele sahip.

Esad'ın geçmişteki pragmatik ve fırsatçı yaklaşımları göz önüne alındığında, bu iddialar şaşırtıcı olmayabilir. Ancak bu kez durum farklı; Rusya'nın desteğini kaybetme riski, Esad rejimini ciddi bir çıkmaza sürüklemektedir. Türkiye için bu durum, hem fırsatları hem de riskleri beraberinde getirmektedir.

Türkiye, yıllardır Suriye krizinin etkilerini en derinden hisseden ülkelerden biri olarak, bu yeni gelişmeleri dikkatle izlemeli ve stratejilerini buna göre şekillendirmelidir. Esad'ın zayıflaması, Türkiye'nin bölgede daha etkin bir rol oynamasına olanak tanıyabilir. Özellikle sınır güvenliği, terörle mücadele ve mülteci krizi gibi konularda Türkiye'nin eli güçlenebilir.

Ancak, bu fırsatların yanında ciddi riskler de mevcuttur. Esad rejiminin çöküşü, bölgede yeni bir istikrarsızlık dalgasını tetikleyebilir. Radikal grupların güç kazanması veya İran'ın Suriye üzerindeki etkisini artırması, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarını tehdit edebilir. Bu nedenle, Ankara'nın dengeli ve çok boyutlu bir strateji izlemesi hayati önem taşımaktadır.

Türkiye, bu süreçte diplomatik girişimlerini artırmalı ve uluslararası platformlarda Suriye konusundaki tezlerini daha güçlü bir şekilde savunmalıdır. Aynı zamanda, olası bir istikrarsızlık durumunda sınır bölgelerindeki insani yardım çalışmalarını genişletmeye hazır olmalıdır. Sınır güvenliği ve terörle mücadele konularında daha proaktif adımlar atılması da elzemdir.

Suriye'nin yeniden yapılandırılması sürecinde Türk şirketlerinin rol alması teşvik edilmeli ve ekonomik işbirliği fırsatları değerlendirilmelidir. Bu, sadece ekonomik kazanımlar sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye'nin bölgedeki yumuşak gücünü de artıracaktır.

Esad sonrası senaryolar, Türkiye için yeni bir jeopolitik denklem sunuyor. Ankara, bu süreci doğru yönetirse, sadece kendi güvenliğini sağlamakla kalmayıp, bölgesel istikrara da katkıda bulunabilir. Bu noktada, Türkiye'nin uluslararası toplumla işbirliği içinde hareket etmesi büyük önem taşıyor. Türkiye, Suriye'nin geleceğine yönelik müzakerelerde aktif rol almalı ve bölgesel aktörlerle koordinasyon içinde hareket etmelidir. Özellikle Rusya, İran, ABD ve Avrupa ülkeleriyle yakın temas halinde olması gerekir. Suriye'deki geçiş sürecinin barışçıl ve istikrarlı bir şekilde yönetilmesi için, uluslararası örgütler ve yardım kuruluşlarıyla işbirliği yapmalıdır. Mültecilerin güvenli ve gönüllü geri dönüşlerinin sağlanması bu kapsamda önemli bir husus. Bölgesel güvenlik mekanizmalarının oluşturulması ve Suriye'nin yeniden imarı konularında, komşu ülkelerle ve diğer aktörlerle eşgüdüm içinde hareket etmelidir. Ekonomik, ticari ve altyapı yatırımları gibi alanlarda da uluslararası kaynaklara erişimi sağlayarak bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmalıdır. Ankara, söz konusu işbirliklerini geliştirirken, kendi güvenlik önceliklerini de gözeten dengeli bir politika izlemelidir. Böylece Türkiye, hem bölgesel istikrarın sağlanmasında hem de kendi ulusal çıkarlarının korunmasında kilit bir rol üstlenebilir.

Esad'ın düşüşünün Rusya-Türkiye ilişkilerine olası etkileri de göz ardı edilmemelidir. Moskova'nın Suriye politikasındaki olası değişiklikler, Ankara'nın manevra alanını genişletebilir. Ancak bu durum, iki ülke arasındaki hassas dengeleri de sarsabilir. Türkiye, Rusya ile olan ilişkilerini zedelemeden Suriye'deki çıkarlarını koruma konusunda dikkatli bir denge politikası izlemelidir.

Suriye'deki diğer grupların durumu da Türkiye açısından önemli bir faktördür. Esad rejiminin zayıflaması, bu grupların hareket alanını genişletebilir. Türkiye, ulusal güvenlik çıkarlarını korurken, bölgedeki Kürt ve diğer nüfusun varsa meşru haklarını da gözeten bir yaklaşım benimsemelidir. Bu denge, bölgesel istikrar ve Türkiye'nin uzun vadeli çıkarları açısından hayati önem taşımaktadır.

Mülteci meselesi, Türkiye'nin iç politikasında da önemli bir gündem maddesi olmaya devam ediyor. Esad sonrası dönemde, Suriyeli mültecilerin güvenli ve gönüllü geri dönüşleri için uygun koşulların oluşturulması, Türkiye'nin öncelikli hedeflerinden biri olmalıdır. Bu süreç, uluslararası toplumun desteğiyle ve insan hakları standartlarına uygun bir şekilde yönetilmelidir.

Gelgelelim, Suriye'deki "Aslan"ın düşüşü, Türkiye için hem fırsatlar hem de zorluklar sunmaktadır. Ankara'nın bu süreci akıllıca yönetmesi, bölgesel istikrara katkıda bulunurken kendi ulusal çıkarlarını da koruma fırsatı sunacaktır. Diplomasi, güvenlik, ekonomi ve insani yardım alanlarında bütüncül bir strateji izlenmesi, Türkiye'nin bu karmaşık denklemde başarılı olmasının anahtarı olacaktır. Önümüzdeki dönem, Türk dış politikası için kritik bir sınav niteliğindedir ve alınacak kararlar, sadece Suriye'nin geleceğini değil, tüm bölgenin jeopolitik yapısını şekillendirecek potansiyele sahiptir.