Salgına salgınla cevap vermek
Etki (influence) ile salgının (influenza) aynı kökten gelmesi tesadüf değildir. Etki genelleşip süreklileşince salgın halini alır. Salgın bir bakıma etkilemenin ve etkilenmenin yoğun biçimde ve kesintisiz akışı demektir. Etkileme ve etkilenmenin iki boyutu vardır. Fizyonomi kadar ruh ve zihin de etkilenir. Nasıl beden hastalıklardan etkilenirse ruh ve zihin de duygu ve düşüncelerden etkilenir. iyi ve kötü, yanlış ve doğru, güzel ve çirkin, gerçek ve gerçek dışı bizi etkiler. Varoluşumuz bunlardan hangisiyle daha çok iç içe geçer, daha ziyade karşılaşırsa ona göre şekillenir. Bu bakımdan insan fizyonomisi nasıl çağının fiziksel akışının etkisindeyse ruhu ve zihni de kolektif şuurun muhatap olduğu değerlerin etkisindedir. Kolektif şuurun ürettiği değer neye hizmet ediyorsa onun emrine girer. İyilik üreten toplumların bireyleri arasında iyilerin, kötülük üreten toplumların bireyleri arasında kötülerin sayısı artar. Hastalığı geriletip sağlığı çoğaltmak kadar iyiliği çoğaltıp kötülüğü olduğu yerde dondurmak da etkinin ve salgının mahiyeti ile ilgilidir.
Hayat bir akıştır. O akışta etkileyenler ile etkilenenler ha bire birbirinin içine girer, biri ötekini dönüştürür. Hayat elbette sayısız etkilenmeden ibaret bir süreçtir. Güneş bizi etkiler, yağmur, soğuk, sıcak.. hepsi etkiler. Etkilenerek yol alırız hayatta ve elbette etkileyerek. Etkilenenler etkileyenlerin gölgesi olarak dolaşır. Etkileyenler etkilediklerini biçimlendirir, kendine benzetir, en azından istedikleri yere getirir, bir konumdan başka bir konuma sokar. Aslında burnumuzdan içeri giren hava kadar her gün, her saat ruhumuzdan içeri giren değerler de kanımıza karışmakta, bizi olduğumuzdan başka birilerine dönüştürmektedir. Bu bakımdan bedenimiz nasıl icra ettiğimiz mesleğin biçimini alıyorsa zihnimiz ve duygularımız da ilişkide bulunduğumuz insanların bize üfledikleri değerlere göre biçimlenmektedir. Ve burada da etki salgına dönüştüğünde benliğin buna cevap vermesi zorlaşmaktadır. Bedensel etkinin salgın hali açlık durumunda kitlesel sefalete, yoğun tokluk durumunda ise kitlesel sefahate dönüşmektedir ki her ikisi de salgın psikolojisinin ürünüdür.
Modernleşme bir etkileme biçimiydi. Bütün dünyayı Batı medeniyetinin etkisi altına alma, dönüştürme ve benzetme hareketi olarak gerçekten de güncel yaşamı radikal biçimde dönüşüme uğrattı. Bugün artık ondan nasibini almayan, doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmeyen tek bir fert, tek bir cemiyet, tek bir medeniyet ve öğe kalmadı. Artık yazık ki hepimiz, herkes Batı medeniyetinin tadıyla, kokusuyla, kıvamıyla hemhal… İyidir, kötüdür, yanlış veya doğrudur bu elbette tartışılabilir ama geri döndürülemez bir hakikat var: Varılan noktada hareket eden herkes ve her şey modernleşmenin bir parçası, bir uydusu, mütemmim cüzü, daha da kötüsü kölesidir. Modernleşme, doğası gereği üretime o kadar değer verdi ki insanı ve toplumları bile kendi kendini tüketen öznelere dönüştürdü.
Üretime metastaz yaptıran postmodernizm ve yenilerde onun yeni yetmesi olan dijitalizm ise bir anlamda etkilemeyi tahfifle başladı işe. Hayatın her alanında etki kendini çoğaltarak ve benzerini üreterek salgına dönüştü. Salgın bir strateji olmaktan çıktı, hayatın doğal akışının bir parçası hatta kendisi oldu. Varılan noktada içine virüs karışmayan hiçbir insan, hiçbir kimlik, hiçbir değer, hiçbir üretim kalmadı. Salgın haline gelen ekran bağımlılığı virüstür, kendi egosu dışında hiç kimseye tanımama virüstür, kibir virüstür, zulüm virüstür, kötülük virüstür, açlık virüstür, obezlik virüstür, makineleşme virüstür ve hepsi her an hayatın her boyutuna nüfuz ederek salgına dönüşmüştür. Hayatın her alanındaki aşırı tüketim ve kendisiyle yetinilmediği için sonsuz sayıda çoğaltılan konfor salgın değil midir? Üretimin kansere dönüşmesi tüketimi de kanserli hücrelerle doldurdu. Artık olanla yetinme, kendiyle yetinme, hatta dünya ile yetinme yok. Daha fazlasını isteme, daha fazlasını tüketme ve tüketerek yok etme, tüketerek tükenme var. İnsanlık tükettiği dünyanın yerine koyabileceği yeni gezgenler arıyor ama tükettiği değerler için ne tarih yolculuğuna ne gelenek yolculuğuna ne inanç ne de ahlak yolculuğuna çıkıyor. Zorla eve kapatılma ve maskeye bir de değersizlik eşlik edince huzursuzluk bir etkilenme olmaktan çıkarak salgına dönüşüyor.
İçinden geçtiğimiz sürecin adı pandemi, yani küresel etkilenme, salgın… Bu, dünyanın tamamının Batı’nın salgın stratejisi ile topyekun imhasıdır. İnşa için imhaya gerek duyuyor Batı. Modernleşme kısmi imha ve montajlanmış inşa üzerine kurulmuştu. Dijitalizm ise ekran mantığına uygun olarak, salgın halinde imha ve düzleşmiş yüzey üzerine inşayı düşünüyor. Salgın sembolik olarak insanın da insanlığın da bitişi anlamına gelmektedir. Sonuçta, Amerika yerlilerine gribi bulaştırmaya soyunanların kendileri de gripten ölmediler mi? Ürettikleri hastalık az da olsa dönüp dolaşıp kendilerini de vurmadı mı? Yaşadığımız süreç tam da budur. Bağdat’ı harap etmeden Abu Dabi’yi nasıl inşa edeceklerdi ki? Dubai’de yükselen otel İslam coğrafyasının hanlarına küfretmekten başka ne anlama geliyor?
Panzehir zehrin bir türevi değil mi? Salgına salgınla cevap vermek gerekir. Daha çok kötüye karşı daha çok iyi, daha çok kötülüğe karşı daha çok iyilik, daha çok cehalete karşı daha çok bilgi, daha çok ifsada karşı daha çok erdem, daha çok zulme karşı daha çok merhamet daha çok yanlışa karşı daha çok doğru ama en çok da her türden salgına karşı nitelikli etkilenme… Daha çok ekrana karşı daha çok gökyüzü, daha çok virüse karşı daha çok açık hava, daha çok izolasyona karşı daha çok açık havada yürüyüş. Daha çok duvara karşı daha çok patika, daha çok yapaya karşı daha çok doğal…
Tıkabasa yemeye karşı perhiz, ölçüsüz tüketime karşı ölçülü alışveriş, inançsızlığa karşı daha çok inanç, ahlaksızlığa karşı daha çok ahlak, nihilizme karşı daha çok düzen, düşüncesizliğe karşı daha çok tefekkür… İyilik kötülükten daha yavaş koşmamalı.
Onları ancak böyle yenebiliriz.