"Sakin!"
Koparılan onca kıyamete rağmen sakin ve olgun kalabilir miyiz? Dışta ve içte, tabii veya yapay, kasti kurgulanmış olarak koparılmaya çalışılan irili ufaklı yıkımlara…
Bu pasif olduğumuz anlamına mı gelir?
Bu harala gürele çağ sakin bir toprak/kişilik üzerinde kendi işini, gücünü yapıp
edene, göğe yeterince bakıp başını öne eğen, kendi var oluşunu amma güzel-amma
daha güzel bir şekilde gerçekleştirmeye çalışana, ona buna bulaşmayana, ısrarla
rüya görene, riya görmeyene, görünmeye çalışmayana pasif diyor. Bir şey
yapmamıştan sayıyor.
Saysın!
O anca saymayı, niceliği bilir
zaten. O matematiği anca rakamla olacak sanır. Özgün var oluşların büyük
varoluşa kattığı kar topunu, beyaz hareketi hesap edemez.
Hiç olur mu?
Biz ilk Muharrik'in daimî hareketli
kulları olmak dileriz. Her an başka başka işlerde Olan’a yönelmişiz. Hiç
yerimizde öylece durmamız mümkün mü? Bizim yer dediğimiz şey; hareketin,
koşturmanın, üretmenin kendisi…
“Her an başka bir işte” Olan’a bağlıyız.
O’ndan. Hep O’ndan… Şunun bunun emri altında değil! Bir sürüm olmayan, sürüden
olmayan için sürü ‘den ayrılmak söz konusu olmaz ve dolayısıyla kurt da kapmaz.
Kul olmak şahsiyet olmaktır. Birey olmayı kapsar. Şahsiyet olmak; gelmiş ve
geçmiş kıymetli öncülerin ardılları olarak çok muhkem bir topluluğun bir
parçası, bir tuğlası, bir kerpici olmaya tekabül eder.
O nedenle sürüden her birinin başı
baş, düşü düş olsun diye didinmeyi severiz. Kurtlar belki de içlerinde en masumudur.
Sürüden ayrılanı kurtarmaktan geliyor adı: Kurt aran! (Gülümseyiniz, bu kelime
oyunumuza gülerseniz daha az acı hissedeceksiniz.) “Bak kurt kapar bana sürü
ol! diyendir asıl kurtluk yapan… İlkokul seviyesine çaktığı, zihnen
ilerlemesine izin vermediği kalabalıkları bunu diye diye yutanlardır; asıl
kurtlar. Bu arada kurt gerçekten masum. Çok masum ve bu hayvanlaşma, hayvandan
aşağılık olmaların yanında…
Hem kul olmak, kuuul olmak aracının
aracı olarak kaldığı, haddini bilip aradan çekildiği, sadece sen ve Allah
olarak en nihayet bir baş başa kaldığınız nadir anlardan ve o anların hayata
yayılmalarından, etkilerinden oluşuyor. Silik, herkese evet diyen değil, hayır
diye bağıran çağıran da değil, duruşu özgün olduğu için kendiliğinden hayırlı
olan bir kul.
Çok kuuul! Cool hiç değil.
Böyle bir olgunlukla sakiniz. Sakin
olmak için yeterince sebebimiz var.
Dünya siyasi gündeminin hop oturup
hop kalkmasına, zalimlerin kederleri çoğaltmasına, kendi sonları için acele
etmesine rağmen, ülkemizde en azından birkaç önemli konuda bir istikrarın mümkün
mertebe sürdürülebildiğinin tanığıyız. Her sabah ev veya işyerimizde içtiğimiz
çayların demini sorgulayabilecek, fiyatların bir türlü aşağıya çekilemeyişine,
başka türlü yerli zulümlere hala bir anlam veremeyecek kadar...
Küresel güçler mevcut cennetlerini
“baki” kılmak için veya yepyeni cennetler/aşağı bahçeler kurmak için kasti
kıyametler koparadursun, genel anlamda hayatlarımızda tam teşekkülsüz de olsa,
tevekkülün bize düşen kısmında düşkünlüklerimiz de olsa bir tevekkül sakinliği
gözlemleniyor.
Kültürel, askeri istilalar, lokal
kıyamet denilebilecek savaş teşebbüslerinin küçük provaları olan terör şiddetine rağmen bir ülke halkı
panik duygusuyla devletinin soğukkanlılığına ekstra bir mesele çıkarmıyorsa, bu,
milletin her zaman ki olgunluk refleksindendir. Belki bu, diğer etkenlerin yanı
sıra, yakın zamanlarda hiç olmadığı kadar ülkesindeki istikrara karşı güven
hissetmiş olmasıyla izah edilebilir.
Bizim sakinliğimiz; yapabildiğini
en iyisinden yapmaya çalışmak, kıyamet kopasıya fidan dikme çabasına devam
etmek anlamına gelmektedir. Zulme hayır deme şeklimiz; dünyaya iyi gelecek
kıymetli şeyler, iyi kitap, iyi sanat, iyi eserler, nefesler, esintiler üretmek
olarak vücuda geliyor.
Dünyaya kendince “ikinci” muharrik
güç olacak eserleri üretmek için biraz sakin olmak gerektiğini söylemeye lüzum
var mı?