Şairin sessizliği
Şairler bu dünyanın en gerçek kahramanlarıdır. Gözyaşlarını asla gizlemezler. Ki şiir şairin gözyaşıdır. Yüreğinde şiir büyüten, şiir büyüyen ve şiirle büyüyen insanlar bir şiir sonrası bereketli ve umut kokuludurlar. Bir yağmur sonrası dünyaya bereket ve toprak kokusu yayılması gibi.
Gözyaşlarını gizlemekten çekinmeyen insandır şair. Bu cesareti hayat konusunda
da öyledir. Konuşması gerektiği yerde susmaz, susması gerektiği yerde de hiçbir
güç onu konuşturamaz. Kendi içinde dingin ve asudedir.
Bu dünya adına, içinde yaşanmışlık adına adını koyduğunuz her ne varsa içinde
bir çelişki barındırıyor ise bu çelişkiyi yüzünüze vurmaktan da çekinmeyen
kişidir şair. Bunu söyleyebilme cesaretini gösteremeden günü kurtarma hesabının
Z raporunu günün sonunda alma yolunu seçenlerin yüreklerindeki boşluğu,
avuçlarındaki metalar dolduramayacaktır. İki satırlık ömürleri olacaktır ancak.
İki nefes misali... Aldı ve sonra verdi. Sonrası koca bir hiç. Bu bedbahtlık
ile yaşayan kişinin yaşamak adına hayaller kurması ise en büyük talihsizliği
olarak tarihe ve kayıtlara düşecektir. Şair ise konuşması gerektiği yerde
susanların sesidir.
Şair neyi görüyorsa onu yazma cesaretini inancından aldığı güç ve ilhamla
kâğıda aktarma yolunu seçendir. Bu ona Yüce Kudret tarafından sunulan lütuftur
ve şiiri bu hayattaki en doğru eylemidir. Şair, düzenin adamı değil düzenin
ayarıdır.
Her yönetimin halka ulaşma yolunda şiiri seçmesi tesadüf değildir. Lakin
kişilerin sahip olduğu kişi değil, kişilik sahibi olan kişidir Şair. Bu anlamda
olaya baktığımız zaman Sultan Süleyman’ı Kanunî yapan
Yüce Kudret, ona Mimar Sinan’ın yanında Bakî’yi de
lütfetmiştir.
“Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek,
Giryemi kıldı hûn, eşkimi füzûn etti felek;
Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan,
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek.”
Nice yiğit, pehlivan, kahraman ve dahi cihan sultanı Yavuz da
olsan bir ceylan gözlüye seni esir eden bir aşkı yeşertir yüreğinde şiir. İşte
şairin ve şiirin gücü bu kadar büyük ve tesirlidir.
Üstad Sezai Karakoç uyuyan yürekleri şiirle diriltmenin yolunu seçerken seçtiği
bu yol tesadüf değildir. O şiirin kitleleri sürükleyen güç olduğunu Hızırla
Kırk Saat’inde bize göstermiştir. Bir şiirle tüm dünyaya kafa tutabilirsin.
Bazen de okuduğun bir şiirle seni esir ettiğini sananların gün gelir
başına Başkomutan oluverirsin. İşte böyle gizemli bir dünyadır
şiir.
“Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”
Mehmet Emin Yurdakul, ne de güzel anlatmış suskunluğunu şairin. Şairin
sükûtu ülkenin işgaline davetiyedir, her şeyini kaybetmeye açılan kapıdır.
Bugün bir şair susmuşsa ya çok güçlü bir şiirin arifesinde doğum sancısı
çekiyordur ya da söyleyecek sözünün muhatabında karşılığı kalmamıştır. Fransız
Şair Arthur Rimbaud’un hayatının son on yılındaki suskunluğu da
biraz da bu değil midir? Rivayetlere göre dinini değiştirip Müslüman olduğu
için eski hayatına dair bir söz söylemesinin yararsız olacağını düşündüğünden
susmuştur Rimbaud. Onun susması ruhundaki yeni dirilişin sesini
daha iyi duymak istemesindendir ve bu sesi duyduğu için de son sözü “Allah,
Allah kerimdir.” olmuştur.
Sevgili Şairim, bir gün susmayı tercih edersen, inancından dolayı sus.
Susturulmalara aldanma. Sen istediğin için sus. Aksi takdirde suskunluğun
depresyon dedikleri illetin kapında davetsiz misafir olarak belirmesine neden
olacaktır.
Şiir beklentilerin değil, umutla bekleyenlerin kapısında durur.
Unutma yüreğiyle yaşayan insanların gönül tarlasının yegâne suyudur şiir.
Bugün şiirden koşar adım kaçanların tek nedeni, yüreklerindeki boşluktan ziyade
ceplerindeki boşlukla meşgul olmalarıdır. Cepteki boşluk bir şekilde dolar,
lakin gönül kuyusundaki boşluğa bir Yusuf gerek.