Şairin gönül devleti denemeleri
Gazze’de yaşanan asrın
soykırımının ahu figanıyla yeni bir yıla buruk bir kalple merhaba dedik. Zulmün
son bulması en büyük duamız.
Yeni yılın girmesiyle yeni
çıkan kitaplar da vitrinlerde yerlerini almaya başladı. Gazetemizin yetkin
kalemlerinden Nuray Alper hanımefendinin Hece Yayınları arasında çıkan Gönül
Devleti kitabı da yeni yılda hane kitaplığımızı şenlendiren eserler arasında...
Alper’in dördüncü kitabı olan “Gönül
Devleti” aynı zamanda yazarın Dareyn’den sonra ikinci deneme kitabı. Yazarın
ilk kitabı olan “Önce Zambakları Çaldılar Uykularımızdan” ve üçüncü kitabı olan
“Derya ve Meczup” ise onun şiirlerinden oluşuyordu.
Gönül Devleti, zarif bir kapak
ile “Bire Binbir” ve “Binbire Bir” isimli iki bölümden müteşekkil. Yazarın Ön
Söz’de belirttiği gibi eserde, ilk bölümde edebi yönü ağır basan 11, tasavvufi
temaların yoğunlaştığı ikinci bölümde ise 12 olmak üzere toplamda 23 yazı bulunmakta.
Buna “Ön Söz Niyetine” yazısını da eklediğimizde kitapta birbirinden iddialı,
birbirinden güzel ve birbirinden farklı 24 yazıdan söz edebiliriz.
Nuray Alper aslında çok güçlü
bir şair olmasının yanında aynı zamanda iyi bir denemeci de… Onun
denemeciliğinde şairliğinin izlerini görmemek mümkün değil. Yazar, gönül
tezgahında derlediği kelimelerini şiirin mücella teknesinde adeta yeniden
yoğurarak mahirane bir ustalıkla inci gibi satırlara dizerek okurunun gönlüne
hitap eden bu sadra şifa bir üsluba sahip olmasında şüphesiz şairliğinin
etkisini görebiliyoruz.
Yazar kitaptaki “Edebiyatın Karakteristiğinden Edebiyatçının
Çilesine: Vehim”isimli
yazısında “Deneme türü, düşünce ve bilgi ile yoğrulan ve kalbini öznel
tespitlere dayayan bir arzuhâldir.” (s.31) diye bir tanım da getirmiş. Hatta bu
tanımı teyit edercesine ön sözde bizlere şu bilgileri vermekte:
“Deneme benim yazıdaki ilk
durağım, içinde ruhumu defalarca yıkadığım coşkun ırmağım. Fakat kemâlât yaşına
doğru ilerledikçe bu coşku duruluyor; hacminden bir şey kaybetmese de yerini
dingin bir güzelliğe tevdi ediyor. Taşkın duygulara tekabül eden hadiseler,
düşünsel planın aklı seliminde demleniyor. Yine de bilinçli olarak tefekkürün
bir adım gerisinde bırakılan aşk ve heyecan hâli orada, içimizde bir yerlerde
kendini arttırarak muhafaza ediyor. Bu tavrın önceki merhaleden tek farkı
vecdin sesli bir ısrara dayanmaması, sükût dairesinde yükselmesi, olgunlaşması…”
(s.9)
Yazarın Dareyn kitabından
bugüne değin aralıksız olarak dergi ve gazetelerde yazmış olduğu denemeleri hem
dili hem üslubu hem de ele aldığı konuları “efradını cami ağyarını mâni” bir
titizlikle yazıya döktüğünü söyleyebiliriz. Sürekli bir terakki ve tecdid
gayretinde olan yazarın kalemindeki yetkinlik ve bu denli inkişafta sürekli
yaptığı nitelikli okumaları ve bu okumaların üzerinde yazmış olduğu değerlendirmeler
kadar Mehmet Kaplan üzerine yaptığı akademik çalışmalarının da etkisinin olduğu
aşikâr.
Kitabın tamamında işlenen
konuları düşündüğümüzde; “hayatı edebiyatın içinden yaşamaya başlayan”
yazarın “etrafındaki her şeye edebiyat penceresinden baktığına” şahit oluyoruz.
Dışardaki hayatın edebiyat penceresine takılan gölgeleri arasında zaman zaman
insanın ruh halleri de vardır, yaşanan savaşlar da zulümler de… İyilikler de
vardır kötülüklerde. Ve yine güzellikler de vardır çirkinliklerde. Özellikle
asrımızı kirleten zulümler, soykırımlar, işgaller, beşerin merhametsizlik
illeti ile insanlık çizgisinden fersah fersah uzaklaştığını gösteriyor. Yazar
bu durumu “Zalim, vazifesinin hakkını layıkıyla verirken merhametin safında
durduğumuzu iddia edebilir miyiz?” (s.65) diye sorguluyor. Zira insanın “geçtiği
belde merhametsizliğin, adaletsizliğin, öfkenin, çifte standardın, haksızlığın
elinde yorgun düşmüştür.” Kendini sanat ve edebiyatla besleyen yazar işte
tam da bu noktada son bir hamle ile “vahşet sözcüsü nice silaha elindeki
incecik kalemle mukavemet” etmeye çalışıyor. Onun bu direnişi “kalbini
kalemin ucuna takıp dünya denen beldede gezmesi, çamur yağmurunda şemsiyesiz
yürümeye” benzese de (s.9) kaleminin hakkını vermek adına soylu bir
gayrettir. Zira yazar “bazen dünyayı kazanmanın, bir kaybediş olduğunu”
ve tam aksine “onu kaybetmek karşılığında kendimizi kazanacağımızın”
(s.72) şuurundadır.
Kelimelerden kurulu bir dünyada
“herkesle ve her şeyle özdeşleşebilen insan en çok kelimelerine benzer”
(s.75) diyor yazar. “Her insanın bir kelime ile mündemiç olması, hiç değilse
bir kelimeye benzetilişi bundan.” (s. 38) diyen yazarın merhamet, sevgi,
kardeşlik ve dostluk üzerine yoğunlaşan ve elimizdeki kitabı nakşeden kelimeleri
de yazarın gönül dünyasını ve o gönülde tasavvur ettiği gönül devletinin bir yansımasıdır
bize göre…
Gönül Devleti’nin bizde
uyandırdığı intibalar bu şekilde. Kitabı okuyunca siz de yazdıklarımıza hak
vereceksiniz…