Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2960.70
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Ocak 2024

​Şairin gönül devleti denemeleri

Gazze’de yaşanan asrın soykırımının ahu figanıyla yeni bir yıla buruk bir kalple merhaba dedik. Zulmün son bulması en büyük duamız.

Yeni yılın girmesiyle yeni çıkan kitaplar da vitrinlerde yerlerini almaya başladı. Gazetemizin yetkin kalemlerinden Nuray Alper hanımefendinin Hece Yayınları arasında çıkan Gönül Devleti kitabı da yeni yılda hane kitaplığımızı şenlendiren eserler arasında...

Alper’in dördüncü kitabı olan “Gönül Devleti” aynı zamanda yazarın Dareyn’den sonra ikinci deneme kitabı. Yazarın ilk kitabı olan “Önce Zambakları Çaldılar Uykularımızdan” ve üçüncü kitabı olan “Derya ve Meczup” ise onun şiirlerinden oluşuyordu.

Gönül Devleti, zarif bir kapak ile “Bire Binbir” ve “Binbire Bir” isimli iki bölümden müteşekkil. Yazarın Ön Söz’de belirttiği gibi eserde, ilk bölümde edebi yönü ağır basan 11, tasavvufi temaların yoğunlaştığı ikinci bölümde ise 12 olmak üzere toplamda 23 yazı bulunmakta. Buna “Ön Söz Niyetine” yazısını da eklediğimizde kitapta birbirinden iddialı, birbirinden güzel ve birbirinden farklı 24 yazıdan söz edebiliriz.

Nuray Alper aslında çok güçlü bir şair olmasının yanında aynı zamanda iyi bir denemeci de… Onun denemeciliğinde şairliğinin izlerini görmemek mümkün değil. Yazar, gönül tezgahında derlediği kelimelerini şiirin mücella teknesinde adeta yeniden yoğurarak mahirane bir ustalıkla inci gibi satırlara dizerek okurunun gönlüne hitap eden bu sadra şifa bir üsluba sahip olmasında şüphesiz şairliğinin etkisini görebiliyoruz.

Yazar kitaptaki Edebiyatın Karakteristiğinden Edebiyatçının Çilesine: Vehimisimli yazısında “Deneme türü, düşünce ve bilgi ile yoğrulan ve kalbini öznel tespitlere dayayan bir arzuhâldir.” (s.31) diye bir tanım da getirmiş. Hatta bu tanımı teyit edercesine ön sözde bizlere şu bilgileri vermekte:

“Deneme benim yazıdaki ilk durağım, içinde ruhumu defalarca yıkadığım coşkun ırmağım. Fakat kemâlât yaşına doğru ilerledikçe bu coşku duruluyor; hacminden bir şey kaybetmese de yerini dingin bir güzelliğe tevdi ediyor. Taşkın duygulara tekabül eden hadiseler, düşünsel planın aklı seliminde demleniyor. Yine de bilinçli olarak tefekkürün bir adım gerisinde bırakılan aşk ve heyecan hâli orada, içimizde bir yerlerde kendini arttırarak muhafaza ediyor. Bu tavrın önceki merhaleden tek farkı vecdin sesli bir ısrara dayanmaması, sükût dairesinde yükselmesi, olgunlaşması…” (s.9)

Yazarın Dareyn kitabından bugüne değin aralıksız olarak dergi ve gazetelerde yazmış olduğu denemeleri hem dili hem üslubu hem de ele aldığı konuları “efradını cami ağyarını mâni” bir titizlikle yazıya döktüğünü söyleyebiliriz. Sürekli bir terakki ve tecdid gayretinde olan yazarın kalemindeki yetkinlik ve bu denli inkişafta sürekli yaptığı nitelikli okumaları ve bu okumaların üzerinde yazmış olduğu değerlendirmeler kadar Mehmet Kaplan üzerine yaptığı akademik çalışmalarının da etkisinin olduğu aşikâr.

Kitabın tamamında işlenen konuları düşündüğümüzde; “hayatı edebiyatın içinden yaşamaya başlayan” yazarın “etrafındaki her şeye edebiyat penceresinden baktığına” şahit oluyoruz. Dışardaki hayatın edebiyat penceresine takılan gölgeleri arasında zaman zaman insanın ruh halleri de vardır, yaşanan savaşlar da zulümler de… İyilikler de vardır kötülüklerde. Ve yine güzellikler de vardır çirkinliklerde. Özellikle asrımızı kirleten zulümler, soykırımlar, işgaller, beşerin merhametsizlik illeti ile insanlık çizgisinden fersah fersah uzaklaştığını gösteriyor. Yazar bu durumu “Zalim, vazifesinin hakkını layıkıyla verirken merhametin safında durduğumuzu iddia edebilir miyiz?” (s.65) diye sorguluyor. Zira insanın “geçtiği belde merhametsizliğin, adaletsizliğin, öfkenin, çifte standardın, haksızlığın elinde yorgun düşmüştür.” Kendini sanat ve edebiyatla besleyen yazar işte tam da bu noktada son bir hamle ile “vahşet sözcüsü nice silaha elindeki incecik kalemle mukavemet etmeye çalışıyor. Onun bu direnişi “kalbini kalemin ucuna takıp dünya denen beldede gezmesi, çamur yağmurunda şemsiyesiz yürümeye” benzese de (s.9) kaleminin hakkını vermek adına soylu bir gayrettir. Zira yazar “bazen dünyayı kazanmanın, bir kaybediş olduğunu” ve tam aksine “onu kaybetmek karşılığında kendimizi kazanacağımızın” (s.72) şuurundadır.

Kelimelerden kurulu bir dünyada “herkesle ve her şeyle özdeşleşebilen insan en çok kelimelerine benzer” (s.75) diyor yazar. “Her insanın bir kelime ile mündemiç olması, hiç değilse bir kelimeye benzetilişi bundan.” (s. 38) diyen yazarın merhamet, sevgi, kardeşlik ve dostluk üzerine yoğunlaşan ve elimizdeki kitabı nakşeden kelimeleri de yazarın gönül dünyasını ve o gönülde tasavvur ettiği gönül devletinin bir yansımasıdır bize göre…

Gönül Devleti’nin bizde uyandırdığı intibalar bu şekilde. Kitabı okuyunca siz de yazdıklarımıza hak vereceksiniz…