Şair vekiller ve şehirleri
İki binli yılların başında şair dostlarımızdan birkaçını hatırlıyorum. Gazi meclisimizde onları milletvekili olarak görmüştük. Şair Mehmet Atilla Maraş, şair Recep Garip... Yine bir önceki dönemde şair yönü ön planda olmasa da şairlere yönelik çalışmalar yapan Dr. Mehmet Sılay da gazi meclisimizde bir dönem milletvekili seçilmişti.
İki binli yıllarda bu şair-vekil dostlarla ilgili bir gazetenin manşetinde şöyle bir habere tesadüf etmiştim. Haber manşeti şöyleydi. Mehmet Atilla Maraş -Kahramanmaraş milletvekili...
Normalde M. Atilla Maraş, Kahramanmaraş milletvekili değil Şanlıurfa milletvekili idi. Bu yanlış bilgiyi gazetede neşreden genel yayın yönetmeni, sayfa editörünün kafalarında şöyle bir şablonla gazeteyi hazırlıyorlardı. Milletvekilinin soyadından belli olur onun neresi olduğunu... Bu durumdan haberdar olan bir yazar da durumu köşesine taşımış, “Ben milletvekillerinin parti değiştirdiklerini duymuştum da şehir değiştirdiklerini ilk defa görüyorum” demişti.
Bir zamanlar şair vekillerle ilgili şöyle bir tartışmaya da şahit olduydum. Bir şair arkadaşımız siyasete atılıp meclise girmek istiyordu. Dostları ona; “Sana teklif geldi mi?” demişti.
Gerçekten siyaset yapması için bir şaire teklif gelir mi? Aslında bu mesele o şairin birincil mesleğiyle de alakalı. Şairler, günümüzde şiirden para kazanılmadığını bildiği için maişetini-geçimini şiir dışı alanlardan sağlamaktadır.
Şairden vekil olur mu? Ya da Vekilden şair olur mu? Bu iki sorunun birine verilecek cevabımız var.
Şair, vekil olduğunda şiiri de vekâlet seviyesine düşer, asalet gömleğini terk eder. Ama şairde, şiirden kalma şiir hissiyatı siyaset erkini de şekillendirir. Orada bir duygu, düşünce ortamı, bir incelik, estetik mecliste görüşülen kanunlara sirayet etmişti. Şair vekiller sanatını icra ederken siyaseten de azimli olduklarını söyleyebiliriz.
Şair, öncelikle bir edebiyat insanıdır. Şiir yazan ve söyleyen kişidir. Şiir dilini siyaset diline kurban etmemesi gerekir. Şiirce konuştuğunu ya da şairce davrandığını belli etmek zorundadır. Bu, şiir dünyası daha doğrusu edebiyat dünyasının selameti için önemlidir. Şair elbette memleketi, vatanı, insanlarını düşünebilir. Onların, bu düşüncesi, kaygısı şairce değerlendirilip yürürlüğe alınmaması durumunda şair haykırır ve sesini yükseltir. “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diyerek insanları uyarır ve sahaya iner. Nâdân’dan bazıları “Yahu bu şair de ne diyor, ne saçmalıyor.” dediği de oluyor. İşte bu dönemde kimi şairler siyasi parti kurmuştur. Seçime girmeseler de bir seçimde bulunmuştur. Ben bir şair olarak değil bir siyasî partinin başkanı olarak konuşuyorum diyebilir.
Şair; memleket, vatan, Allah, peygamber sevgisini siyasete katabilir. İlk meclis döneminde Şair Ahmet Kutsi Tecer Urfa’dan aday gösterilir. Milletvekili seçilince Urfa’ya gelir. Vekili olduğu şehri tanımaya çalışıyor. Kutsi Tecer, bir tarafı doğu diğer tarafı batılı bir adamdı. Kudüs’te doğmuş, Osmanlı’nın son dönemlerini teneffüs etmiş bir insandı. Urfa’ya gelen bir yabancı olmamak için bu şehrin tarihi mekânlarında yolculuk yapmıştı. Daha önce uzaktan vekili seçildiği bu şehri bir köy şeklinde tasavvur etmişti. “Orada bir köy var. Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür. “mısralarıyla Urfa’yı anlatmıştı.
Fakat ne hikmettir ki Tecer, geldiğinde Kudüs'teki yıllarını hatırlamış, Urfa'ya gelmiş. Ama ne görsün. Bakmış ki Kudüs Urfa'nın ikiz kardeşi...
Ve şair Anzılha gölü kenarında Halilürrahman Gölüne seslenerek şu şiiri yazar:
“Bir gece Urfa’da Halilürrahman’da
Suda ay doğduğu garip zamanda
İçimde hicranlı bir bülbül sesi
Altımda seccade bir gül bahçesi
Üstümde yıldızlar önümde havuz
Pırıl pırıl bir aşk gecesi temmuz
Orada sularla baş başa kaldım
Asırlar boyunca hülyaya daldım.”
İşte burada şiir siyasete katkıda bulunmuştur.