Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2495.68
BIST 100
9707.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Ocak 2022

​Şair ve yazarların ilham kaynağı yazı masası

Kalem erbabının yazı masaları ile araları nasıldır? Bu konuda yaptığımız küçük bir araştırma, bizi ilginç sonuçlara ulaştırdı.

Çocukken değil yazı masalarımız, üstünde çalışacağımız bir rahlemiz bile yoktu. Genelde yerde ödevlerimizi yapardık. En fazla evimizin odalarını süsleyen bir yastığı yere koyar onun üstünde ders çalışırdık. Ama yastıklar yumuşak oldukları için doğrusu kalemimizle defterlerimize rahatlıkla yazı yazamazdık. Çoğu zaman defterimizi dizimize dayar, ödevimizi o şekilde tamamlardık. İlk yazı masama, çalışma hayatına atıldığım 1978 yılında sahip olabildim. Masama kurulduğumda kendime güvenim artmış, kaleme sarılıp yazı yazmaya başlamıştım. Henüz 18 yaşımdaydım. Şimdi maşallah gençlerimizin yanı sıra çocukların bile hususi yatak odaları ve çalışma masaları var. Elbette olmalı. Çocuklarımızın da mümkünse masalarının yanı sıra küçük de olsa kütüphaneleri bulunmalı. Zira ilim hayatı, küçük yaşlarda başlar ve gelişir.

Yazı Masası Şart Mıdır?

Konuyla ilgili araştırmamı yaparken şunu gördüm. Bütün kalem erbabının yazı masaları yoktu. Bazı şairler, hikâyeciler ve romancılar masa başında yazmayı pek tercih etmiyorlardı. Tanzimat ve Servet-i Fünun nesli düzenli bir çalışma hayatına sahip iken, Cumhuriyet’ten sonra edebiyatçılarımızın daha serazat davrandıkları ve bulundukları rastgele mekânlarda şiirlerini ve yazılarını kaleme aldıklarını görürüz. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Abdülhak Hâmit Tarhan, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi tertipli düzenli olan edipler, şüphesiz eserlerini evlerindeki veya çalıştıkları gazete, mecmua gibi işyerlerindeki masalarda kaleme almışlardır. Ama Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali ve Orhan Kemal için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sait Faik ilhamını sahildeki balıkçılardan ve kayık gezilerinden alırken Orhan Veli ve Garip Nesli ise daha ziyade Beyoğlu’ndaki kahvelerde ve pastanelerde ilham kuşunu kovalamışlardır. “İkinci Yeni” şair ve yazarları da aynı yolda yürümüşlerdir. Bu arada hayatlarını genelde hapishanede geçiren Nâzım Hikmet, Kemal Tahir gibi edebiyatçıların ise duygu ve düşüncelerini, masa başında yazamadıklarını biliyoruz.

Gazetecilikte Rahat Ortam

Osmanlı’nın son asrında gazeteciliğin gelişmesiyle birlikte edebiyatçılar, büyük ölçüde ve düzenli biçimde gazete ve mecmualarda çalışmaya/yazmaya başladılar. Zaten 19. Asrın ortalarından itibaren matbuat hayatı genişler ve yaygınlaşırken şair ve yazarların büyük çoğunlukla muhtelif gazetelerde görev aldıklarını biliyoruz. Bazıları dışarıdan yazı, hikâye ve romanlarını neşrettirirken kimi şair ve yazarlar ise gazete binalarında her gün mesai yaptılar. Tanzimat’ın birinci nesli, gazetelerinde edebiyata büyük yer ve değer verdiler. Mesela Tercüman-ı Hakikat‘in sahibi olan Ahmet Mithat Efendi, romanlarını gazetede tefrika ederken damadı Muallim Naci’ye de bir edebiyat sayfası hazırlatır.

Servet-i Fünun Ve Cumhuriyet

Servet-i Fünun ve Cumhuriyet dönemlerinin edebiyatçılarından bir kısmı, sadece edebiyatla geçimlerini sağlayamadıkları için bazı gazetelerde ve dergilerde çalışmış ve buralarda masa sahibi olmuşlardır. Kimi kalem erbabı ise yazdıkları gazetenin kurucusu ve sahibidir. Bunlar arasında aklımıza ilk geliveren isimler, Ahmet İhsan Tokgöz, Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Cumhuriyet devrinde ise artık hemen hemen her gazetede hatırı sayılır derecede hikâyeci ve romancı çalışmaktadır. İlk hatırladığımız gazeteci/edebiyatçılar arasında Hüseyin Cahit Yalçın, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Osman Saba, Refi Cevat Ulunay, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Refik Halit Karay, Osman Cemal Kaygılı ve Reşat Ekrem Koçu da bulunuyor.

Yakın Devrin Kalem Erbabı

1950’lerden sonra basında gazeteler, gazetelerde edebiyatçıların sayısı bir hayli artar. Demokrasi rüzgârının esmeye başladığı, ifade hürriyetinin artmaya başladığı bu yıllarda fıkra muharriri olarak kalem oynatan meşhur edipler, gazetelerinin tirajlarına da müspet manada tesir ederler. Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik, Burhan Felek, Tarık Mümtaz Göztepe, İbrahim Hakkı Konyalı, Tarık Buğra, Yaşar Kemal, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze gibi usta köşe yazarları, çalıştıkları gazetelerde oldukça etkiliydiler. Kendisine yetiştiğim ve birlikte çalışma talihine eriştiğim merhum ustam Ergun Göze, o mümtaz yazarlardandı. 1980’li yılların başında Tercüman gazetesinde bütün köşe yazarlarının ve başlıca muhabirlerin odaları ve çalışma masaları vardı. Ergun Göze’nin masasını hatırlıyorum. Üstü hep kitaplar, dergiler ve mektuplarla doluydu.


Masamı Kim Karıştırdı?

20’li yaşların acemiliğini üstümde taşıdığım sıralarda Ergun Göze’nin asistanı olarak gazetede çalışıyor ve yazarımıza araştırmalarında yardımcı oluyorum. Bir gün gazeteye erkenden gittim. Ergun Bey henüz gelmemişti. Masanın üstü kitaplar, dergiler ve mektuplarla dolmuştu. Bunlar neredeyse masanın üstünden taşacak, yere dökülecekti. Kendi kendimi görevlendirdim. Kalktım ve “Boş oturacağıma masayı düzenleyeyim.” dedim, Kolları sıvayıp masanın üstündekileri kenara aldım. Bütün kitapları üst üste ve bir tarafta topladım. Dergileri de aynı şekilde tasnif ettim. Sıra mektuplara gelmişti. Onları da bir araya getirip masanın ortasına koydum. Ben tabii masaya çekidüzen verdim diye Ergun Bey’den bir “aferin” bekliyorum. Odadan içeri girip selam verdikten sonra masaya baktı. Ayakta durakaldı. “Masamı kim dağıttı?” diye sordu. Ben şaşırdım ve “Ağabey ben düzenledim. Biraz dağınıktı, toparlamak istedim.” dedim. “Mehmet Nuri, masam şimdi dağıldı. Ben onları kendime göre tasnif etmiştim. Şimdi hangi mektuba cevap verdiğimi, hangi dergi ve kitabı tanıttığımı nasıl bileceğim?” Evet haklıydı, masaya dokunmamalıydım.

Bütün Yazarlar Aynı Değil

Tabii daha sonra başka gazeteci yazarların masalarına dikkat etmeye başladım. Genelde ekonomi, dış haberler gibi alanlarda yazanların masaları daha boş oluyordu. Ama fikir, kültür, sanat merkezli yazı kaleme alan muharrirlerin masaları umumiyetle lebalep doluydu. Yıllar sonra ben de kültür sanat servisini yönetirken veya köşe yazarlığı yaparken aynı hâli yaşadım. Masamın üstü hep dolu olurdu ama o kalabalıkta aradığım kitabı veya dergiyi zorlanmadan hemencecik bulabiliyordum. Çalıştığım gazetelerde, yayınevleri veya vakıflarda masamın üstü hiç boş kalmadı. Mesela Ahmet Kabaklı’nın Tercüman’daki odasında masası dolu iken Türk Edebiyatı Vakfı’ndaki masası daha tenhaydı.

Karakoç Ve Kutlu’nun Masaları

Foto- 24-Sezai karakıç

Rahmetli Sezai Karakoç’un gerek Cağaloğlu’ndaki gerekse Fındıkzade’deki çalışma ofisinde masasının üstünde pek bir şey görmezdim. Günümüzün değerli hikâyecisi Mustafa Kutlu’nun Dergâh Yayınları’ndaki odasında, masasının üstü ilginç şekilde hep boş olur. Yazarımız kitapları ve dergileri masanın üstünde tutmaz, arkasındaki kütüphaneye yerleştirir. Benim Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda çalıştığım sırada çalışma odamdaki masam hep kalabalık olmuştur. Üstü o kadar yığılı olurdu ki kitap yığınlarının arasında neredeyse kaybolurdum. Tabii yazı masası bir şair, yazar için önemlidir. Bazılarının inancına göre güçlü ilhamlar, bu masaların başında gelir, yazıcısını bulur. Buna inanıp inanmamak serbesttir ama masası olmadığı hâlde mükemmel şiirler, muhteşem romanlar ve çok iyi hikâyeler yazmış ediplerimizi unutmayalım. Demek ki tek marifet ve maharet, yazı masasının büyüklüğü, genişliği veya şa’şaası değildir. O masanın arkasında oturan kişinin zihin dünyasının netliği ve kaleminin işlekliği mühimdir.

Yazı Masası’nın İçinde Ne Var?

Bugünlerde Yazı Masası adıyla bir kitabım yayımlandı. Akıl Fikir Yayınları’ndan çıkan kitabın kapağında Ahmet Mithat Efendi görülüyor. Hâce-i Evvel’in, çalışma odasındaki yazı masasında, bir kitabı incelerken çekilmiş güzel bir fotoğraf. Kitap ilk bakışta bir Ahmet Mithat Efendi biyografisi sanılabilir. Ama başlığın hemen altında “Yazı, Editörlük ve Medya Kursu Notları” ibaresi yer alıyor. Peki Yazı Masası kitabında hangi konular var? Onlardan kısaca bahsederek bu yazımıza nihayet verelim. İstanbul ve civar illerde 14 yıl boyunca çeşitli belediye, vakıf, dernek ve kültür kurumlarında devam eden “Yazı, Editörlük ve Medya Kursu”muz sırasında işlediğimiz 41 türün ders notları, genişletilerek Yazı Masası‘na alındı. Kitapta şiir, hikâye, roman, deneme, köşe yazarlığı, röportaj, mizah, hatıra, seyahat yazısı, mektup, makale, tashih, hitabet gibi türler ve konular ele alınıyor. Ayrıca gazete, dergi, radyo, televizyon ve yayınevi editörlüklerine temas ediliyor. Türkçemizde en çok kullandığımız 1000’e yakın kelimenin doğru yazılışı ile okunması tavsiye edilen 1000’e yakın eser de meraklı okuyucuya sunuluyor.

Kitabın arka kapağında şu satırlar yer alıyor: “Şiir, deneme, hikâye, roman… Bunlarla birlikte edebiyatın diğer türlerini kaleme alırken nelere dikkat edilmeli? Hangi ölçüler esas alınmalı? Hangi usta yazar ve şairler okunmalıdır? Araştırma yapılırken, inceleme yazılırken, biyografi hazırlanırken başvuracağımız kaynakları nerede bulabiliriz? Kalıcı ilmî çalışmalar nasıl ve kimlerle yapılır? Haber ve köşe yazısı yazarken, röportaj yapılırken göz ardı etmeyeceğimiz hususlar nelerdir? İyi bir gazetecinin ihmal etmemesi gereken temel özellikler nelerdir? Sinema ve tiyatronun edebiyatla ilgisi var mıdır? Senaryo ve oyun metinlerinin hikâye ve romanlardan farkı nedir? Beyazperdede gösterilen, ekranlara yansıtılan filmlerin hikâyesi…”