Şair ve yazarların ilham kaynağı yazı masası
Kalem erbabının yazı masaları ile araları nasıldır? Bu konuda yaptığımız küçük bir araştırma, bizi ilginç sonuçlara ulaştırdı.
Çocukken değil yazı masalarımız, üstünde çalışacağımız bir rahlemiz bile yoktu. Genelde yerde ödevlerimizi yapardık. En fazla evimizin odalarını süsleyen bir yastığı yere koyar onun üstünde ders çalışırdık. Ama yastıklar yumuşak oldukları için doğrusu kalemimizle defterlerimize rahatlıkla yazı yazamazdık. Çoğu zaman defterimizi dizimize dayar, ödevimizi o şekilde tamamlardık. İlk yazı masama, çalışma hayatına atıldığım 1978 yılında sahip olabildim. Masama kurulduğumda kendime güvenim artmış, kaleme sarılıp yazı yazmaya başlamıştım. Henüz 18 yaşımdaydım. Şimdi maşallah gençlerimizin yanı sıra çocukların bile hususi yatak odaları ve çalışma masaları var. Elbette olmalı. Çocuklarımızın da mümkünse masalarının yanı sıra küçük de olsa kütüphaneleri bulunmalı. Zira ilim hayatı, küçük yaşlarda başlar ve gelişir.
Yazı Masası Şart Mıdır?
Konuyla
ilgili araştırmamı yaparken şunu gördüm. Bütün kalem erbabının yazı masaları
yoktu. Bazı şairler, hikâyeciler ve romancılar masa başında yazmayı pek tercih
etmiyorlardı. Tanzimat ve Servet-i Fünun nesli düzenli bir çalışma hayatına
sahip iken, Cumhuriyet’ten sonra edebiyatçılarımızın daha serazat davrandıkları
ve bulundukları rastgele mekânlarda şiirlerini ve yazılarını kaleme aldıklarını
görürüz. Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Abdülhak Hâmit Tarhan, Ahmet Mithat
Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi tertipli düzenli olan edipler, şüphesiz
eserlerini evlerindeki veya çalıştıkları gazete, mecmua gibi işyerlerindeki masalarda
kaleme almışlardır. Ama Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali
ve Orhan Kemal için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sait Faik ilhamını
sahildeki balıkçılardan ve kayık gezilerinden alırken Orhan Veli ve Garip Nesli
ise daha ziyade Beyoğlu’ndaki kahvelerde ve pastanelerde ilham kuşunu
kovalamışlardır. “İkinci Yeni” şair ve yazarları da aynı yolda yürümüşlerdir. Bu
arada hayatlarını genelde hapishanede geçiren Nâzım Hikmet, Kemal Tahir gibi
edebiyatçıların ise duygu ve düşüncelerini, masa başında yazamadıklarını
biliyoruz.
Gazetecilikte Rahat Ortam
Osmanlı’nın
son asrında gazeteciliğin gelişmesiyle birlikte edebiyatçılar, büyük ölçüde ve düzenli
biçimde gazete ve mecmualarda çalışmaya/yazmaya başladılar. Zaten 19. Asrın
ortalarından itibaren matbuat hayatı genişler ve yaygınlaşırken şair ve
yazarların büyük çoğunlukla muhtelif gazetelerde görev aldıklarını biliyoruz.
Bazıları dışarıdan yazı, hikâye ve romanlarını neşrettirirken kimi şair ve
yazarlar ise gazete binalarında her gün mesai yaptılar. Tanzimat’ın birinci
nesli, gazetelerinde edebiyata büyük yer ve değer verdiler. Mesela Tercüman-ı Hakikat‘in sahibi olan Ahmet
Mithat Efendi, romanlarını gazetede tefrika ederken damadı Muallim Naci’ye de bir
edebiyat sayfası hazırlatır.
Servet-i Fünun Ve Cumhuriyet
Servet-i
Fünun ve Cumhuriyet dönemlerinin edebiyatçılarından bir kısmı, sadece
edebiyatla geçimlerini sağlayamadıkları için bazı gazetelerde ve dergilerde
çalışmış ve buralarda masa sahibi olmuşlardır. Kimi kalem erbabı ise yazdıkları
gazetenin kurucusu ve sahibidir. Bunlar arasında aklımıza ilk geliveren isimler,
Ahmet İhsan Tokgöz, Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi, Tevfik Fikret, Halit Ziya
Uşaklıgil’dir. Cumhuriyet devrinde ise artık hemen hemen her gazetede hatırı
sayılır derecede hikâyeci ve romancı çalışmaktadır. İlk hatırladığımız
gazeteci/edebiyatçılar arasında Hüseyin Cahit Yalçın, Peyami Safa, Necip Fazıl
Kısakürek, Ziya Osman Saba, Refi Cevat Ulunay, Nizamettin Nazif
Tepedelenlioğlu, Refik Halit Karay, Osman Cemal Kaygılı ve Reşat Ekrem Koçu da
bulunuyor.
Yakın Devrin Kalem Erbabı
1950’lerden
sonra basında gazeteler, gazetelerde edebiyatçıların sayısı bir hayli artar.
Demokrasi rüzgârının esmeye başladığı, ifade hürriyetinin artmaya başladığı bu
yıllarda fıkra muharriri olarak kalem oynatan meşhur edipler, gazetelerinin
tirajlarına da müspet manada tesir ederler. Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik, Burhan
Felek, Tarık Mümtaz Göztepe, İbrahim Hakkı Konyalı, Tarık Buğra, Yaşar Kemal,
Ahmet Kabaklı, Ergun Göze gibi usta köşe yazarları, çalıştıkları gazetelerde oldukça
etkiliydiler. Kendisine yetiştiğim ve birlikte çalışma talihine eriştiğim
merhum ustam Ergun Göze, o mümtaz yazarlardandı. 1980’li yılların başında Tercüman
gazetesinde bütün köşe yazarlarının ve başlıca muhabirlerin odaları ve çalışma
masaları vardı. Ergun Göze’nin masasını hatırlıyorum. Üstü hep kitaplar,
dergiler ve mektuplarla doluydu.
Masamı
Kim Karıştırdı?
20’li yaşların acemiliğini üstümde taşıdığım
sıralarda Ergun Göze’nin asistanı olarak gazetede çalışıyor ve yazarımıza
araştırmalarında yardımcı oluyorum. Bir gün gazeteye erkenden gittim. Ergun Bey
henüz gelmemişti. Masanın üstü kitaplar, dergiler ve mektuplarla dolmuştu.
Bunlar neredeyse masanın üstünden taşacak, yere dökülecekti. Kendi kendimi
görevlendirdim. Kalktım ve “Boş oturacağıma masayı düzenleyeyim.” dedim,
Kolları sıvayıp masanın üstündekileri kenara aldım. Bütün kitapları üst üste ve
bir tarafta topladım. Dergileri de aynı şekilde tasnif ettim. Sıra mektuplara
gelmişti. Onları da bir araya getirip masanın ortasına koydum. Ben tabii masaya
çekidüzen verdim diye Ergun Bey’den bir “aferin” bekliyorum. Odadan içeri girip
selam verdikten sonra masaya baktı. Ayakta durakaldı. “Masamı kim dağıttı?”
diye sordu. Ben şaşırdım ve “Ağabey ben düzenledim. Biraz dağınıktı, toparlamak
istedim.” dedim. “Mehmet Nuri, masam şimdi dağıldı. Ben onları kendime göre
tasnif etmiştim. Şimdi hangi mektuba cevap verdiğimi, hangi dergi ve kitabı
tanıttığımı nasıl bileceğim?” Evet haklıydı, masaya dokunmamalıydım.
Bütün
Yazarlar Aynı Değil
Tabii daha sonra başka gazeteci yazarların
masalarına dikkat etmeye başladım. Genelde ekonomi, dış haberler gibi alanlarda
yazanların masaları daha boş oluyordu. Ama fikir, kültür, sanat merkezli yazı kaleme
alan muharrirlerin masaları umumiyetle lebalep doluydu. Yıllar sonra ben de
kültür sanat servisini yönetirken veya köşe yazarlığı yaparken aynı hâli
yaşadım. Masamın üstü hep dolu olurdu ama o kalabalıkta aradığım kitabı veya
dergiyi zorlanmadan hemencecik bulabiliyordum. Çalıştığım gazetelerde, yayınevleri
veya vakıflarda masamın üstü hiç boş kalmadı. Mesela Ahmet Kabaklı’nın Tercüman’daki odasında masası dolu iken
Türk Edebiyatı Vakfı’ndaki masası daha tenhaydı.
Karakoç
Ve Kutlu’nun Masaları
Foto- 24-Sezai
karakıç
Rahmetli Sezai Karakoç’un gerek Cağaloğlu’ndaki gerekse Fındıkzade’deki çalışma ofisinde masasının üstünde pek bir şey görmezdim. Günümüzün değerli hikâyecisi Mustafa Kutlu’nun Dergâh Yayınları’ndaki odasında, masasının üstü ilginç şekilde hep boş olur. Yazarımız kitapları ve dergileri masanın üstünde tutmaz, arkasındaki kütüphaneye yerleştirir. Benim Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda çalıştığım sırada çalışma odamdaki masam hep kalabalık olmuştur. Üstü o kadar yığılı olurdu ki kitap yığınlarının arasında neredeyse kaybolurdum. Tabii yazı masası bir şair, yazar için önemlidir. Bazılarının inancına göre güçlü ilhamlar, bu masaların başında gelir, yazıcısını bulur. Buna inanıp inanmamak serbesttir ama masası olmadığı hâlde mükemmel şiirler, muhteşem romanlar ve çok iyi hikâyeler yazmış ediplerimizi unutmayalım. Demek ki tek marifet ve maharet, yazı masasının büyüklüğü, genişliği veya şa’şaası değildir. O masanın arkasında oturan kişinin zihin dünyasının netliği ve kaleminin işlekliği mühimdir.
Yazı
Masası’nın İçinde Ne Var?
Bugünlerde Yazı
Masası adıyla bir kitabım yayımlandı. Akıl Fikir Yayınları’ndan çıkan
kitabın kapağında Ahmet Mithat Efendi görülüyor. Hâce-i Evvel’in, çalışma
odasındaki yazı masasında, bir kitabı incelerken çekilmiş güzel bir fotoğraf.
Kitap ilk bakışta bir Ahmet Mithat Efendi biyografisi sanılabilir. Ama başlığın
hemen altında “Yazı, Editörlük ve Medya Kursu Notları” ibaresi yer alıyor. Peki
Yazı Masası kitabında hangi konular
var? Onlardan kısaca bahsederek bu yazımıza nihayet verelim. İstanbul ve civar illerde 14 yıl boyunca
çeşitli belediye, vakıf, dernek ve kültür kurumlarında devam eden “Yazı,
Editörlük ve Medya Kursu”muz sırasında işlediğimiz 41 türün ders notları,
genişletilerek Yazı Masası‘na alındı.
Kitapta şiir, hikâye, roman, deneme, köşe yazarlığı, röportaj, mizah, hatıra,
seyahat yazısı, mektup, makale, tashih, hitabet gibi türler ve konular ele
alınıyor. Ayrıca gazete, dergi, radyo, televizyon ve yayınevi editörlüklerine temas
ediliyor. Türkçemizde en çok kullandığımız 1000’e yakın kelimenin doğru
yazılışı ile okunması tavsiye edilen 1000’e yakın eser de meraklı okuyucuya sunuluyor.
Kitabın arka kapağında şu satırlar yer alıyor: “Şiir, deneme, hikâye, roman… Bunlarla birlikte edebiyatın diğer türlerini kaleme alırken nelere dikkat edilmeli? Hangi ölçüler esas alınmalı? Hangi usta yazar ve şairler okunmalıdır? Araştırma yapılırken, inceleme yazılırken, biyografi hazırlanırken başvuracağımız kaynakları nerede bulabiliriz? Kalıcı ilmî çalışmalar nasıl ve kimlerle yapılır? Haber ve köşe yazısı yazarken, röportaj yapılırken göz ardı etmeyeceğimiz hususlar nelerdir? İyi bir gazetecinin ihmal etmemesi gereken temel özellikler nelerdir? Sinema ve tiyatronun edebiyatla ilgisi var mıdır? Senaryo ve oyun metinlerinin hikâye ve romanlardan farkı nedir? Beyazperdede gösterilen, ekranlara yansıtılan filmlerin hikâyesi…”