Şair Eşref'ten kalan
22
Mayıs 1912’de son yıllarını geçirdiği Kırkağaç’ta vefat eden Şair Eşref,
edebiyatımızın çok farklı bir siması idi. Sözünü esirgemeyen bir tip olan
Eşref, bu yönü sebebiyle memuriyette de başarılı bir hayatı olmamıştır.
Sözünü
esirgemeyen Şair Eşref 1902’de tutuklanmıştır. Cezasını çektikten sonra Mısır’a
gitmiştir. Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta kaldığı zamanlar onun edebî hayatının
en verimli yıllarıdır. Mısır’da 1904-1908 yılları arasında altı kitabının
neşredildiğini biliyoruz. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra yurda dönmüş,
bazı memuriyetlerde bulunmuştur ama kadrosuzluk nedeniyle emekli edilmiştir.
Bugün
Eşref’ten bahsetme nedenimi de açıklayarak bir hususu da gündeme getirmek
istiyorum. Öncelikle bir durum tespiti yapmak lazım. Günümüzde eleştirinin
olmadığı söylenmektedir. Eser hakkında iyi ya da kötü yönlerden bahsetmek,
değerlendirme yapmak bugün çok zor bir iş. Esere bile yaklaşmak bu kadar zor
iken eserin sahibine yaklaşmak daha da zor.
Edebiyat çevrelerinde herkes birbirinin dostu olduğundan gerçek manada
bir eleştirinden uzağız. Eser hakkında yapılan yorumlar “değini” bile değilken,
belki “alıntı” denilebilir, eleştiriden bahsetmek muhaldir. Eserler hakkında bu
kadar hassas bir durum varken sosyal meseleler ve devlet yönetimiyle ilgili
konuşmak imkânsız gibi oluyor. İyi niyetli yapılan tavsiyelere bile ihtiyaç
duyulmuyor. Oysa sağlıklı bir eleştiri sizin önünüzü açar. Takdir edilmesi
gereken bir durumda bugün tekdir ediliyorsunuz. Eleştiri yapıyorum diyenler de
dostlarını gönüllüyor.
Şair
Eşref, bize yüz yıl öncesinden neler söylemişti, biz bugün onun baktığı
noktanın neresindeyiz? Elbette her devrin birtakım hususiyetleri vardır. Ancak
bir durum var ki hangi devirde olursanız olun yanlış yanlıştır, hakikat de
hakikattir. Sizin burada duruşunuz değerlidir, size şahsiyet kazandıracak da
duruşunuzdur. Biz, bugün duruş sahiplerini okuyoruz. Tarih, duruş sahiplerini
yazıyor; yarına da duruş sahipleri kalıyor. Tabii ki sözü yersiz ve gereksiz
kullanmaktan bahsetmiyoruz. Ölçüsüz söz söylemeyi de tercih etmiyoruz. Şair
Eşref sözünü esirgememiştir, bir şairin baktığı noktadan bir siyasi bakamaz
veya bakmaz istemez. Şair Eşref, devletin işleyişi ve toplumdaki aksaklıklardan
çok defa Sultan Abdülhamid’i ve çevresini sorumlu tutar, eserlerinde onları sert
bir dille eleştirir. Devlet ve toplum hayatında görülen iltimas, suistimal,
rüşvet, cehalet ve miskinlik gibi bozukluklara; vatan, millet, meşrutiyet,
hürriyet, adalet ve liyakat gibi fikirlerle karşı koymaya çalışır. Peki, bugün
bu bakışa ne kadar ihtiyacımız var? Dostumuz da olsa bir yöneticiye yanlışını,
eksiğini söyleyebiliyor muyuz? Yoksa onu abartılı bir şekilde överek daha da
yanlışa mı sürüklüyoruz? Burada kendi menfaatlerimizin zarar göreceği
düşüncesiyle hareket ediyor ve sorumluları ikaz etmiyor, görmezden geliyor ve
neme lazım diyorsak yolsuzluğun sonu toplumca yaşayacağımız yoksulluktur,
zillettir.
Bugün
hakikatin safında yer alıp da herhangi bir çıkar hesabı yapmayan kaç sanatçı,
kaç fikir adamı vardır? Şu gerçeği de söylemek lazım. İdeolojik körlük oldukça
yaygınlaştı. Yanlışları söyleyelim ama doğruları da görelim. Tek taraflı bakış
bizi körleştiriyor.
Eleştiri yapmak, hicvetmek bedel istiyor.
Hakikî manada entelektüel şahsiyetlere ihtiyacımız var. Geri kalmış veya
gelişmekte olan toplumlarda aydın (!) olarak gösterilen veya konuşan kişilerin
çoğunun çeşitli güç merkezlerinden maaş aldığı veya kendilerine imtiyaz
sağladıkları görülür. Oysa Batı veya dünyada entelektüel olarak bilinen
şahsiyetlerin kalıcı bir ikametleri bile yoktur. Oradan oraya ya sürülmüşler ya
da farklı farklı cephelerde fikir savaşlarını sürdürmüşlerdir. Peki, bizde
durum nedir? Bizimkiler akşamları ekranlarda ya racon kesiyor ya da topluma ayar
veriyorlar. Bir de her konudan anlıyorlar (!),
her gün vazgeçilmez isim oluyorlar. Yıllardır böyle! Şu anda fikirsel
anlamda kuraklaştırılan, kısırlaştırılan bir zemin var. Aynı yemeği ısıtıp
ısıtıp yemek gibi bir durum var. Zamanla midenizin almayacağı, bıktığı ve
istemediği bir yemek… Siyasî sahnemiz de böyle, ekranlarımız da böyle. Aynı
yüzlerin neden olduğu bıkkınlık hâli sardı toplumu. Farklı söyleyen, hicveden,
sözünü esirgemeyen Eşrefler ise itibarsızlaştırılabiliyor çünkü onlar arı
kovanına çomak soktukları için birilerinin adamı olmayı reddediyor,
kullanılabilen adam olmayı tercih etmiyor. Böyle kişiler hayatta zaten bir şey
görmez, göremez ve öldüğünde de mezarı bile korkutur birilerini. Şair Eşref,
“İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar mezar taşımı.” demişti, korktuğu başına
geldi, ne yazık ki mezar taşı da
çalındı.
Bugün,
onun döneminde hükmü geçen ve şaşaalı hayat süren çok kişi unutuldu ama Şair Eşref’in
şu dörtlüğü bile onu kalıcı kılmaya yetiyor: “Etmeden tahkik bir söz söyleyemem
bir şahıs için/Eski bir darb-ı meseldir gerçi orman taşlamak/ Hicvedersem haini
zahid günah ettin deme/Din-i İslam’da sevaptır çünkü şeytan taşlamak”