Sahte muhalif
Bilirsiniz. Kimi ideolojiler; devlet gibi büyük bir organın içinde, sanki geçici bir organizasyon ve büyük bir etkinlik içinde o gün için keyif yapıyorlarmış gibi yaşarlar. Böyle bir anlayışla; hem o sözüm ona organizasyonun bütün imkanlarından yararlanır, hem de o organizasyona sonuna kadar söverek, evet, eleştirerek değil, -daha iyi nasıl olabilir-i arayarak değil, -daha kötü nasıl olsun? 0, -nasıl olsa ki darmadağın olsun?-, -nasıl daha iyi talan edilebilir? gibi bir idealinin üstüne kuruludurlar. Kayıtsız şartsız, mantıksız da olsa muhalif olmak gereklidir onlara göre. Zaten devlet asla olmaması gereken bir organdır. Zaten neden vardır ki?
Bu arada akıllarında hep ilk fırsatta
bu devletin konuçlandığı bu coğrafyadan Anadolu ağzıyla “zılmak” vardır.
Gitmeyi çok istedikleri ve hayatın dört dörtlük olduğunu iddia ettikleri
ülkelerde devlet yokmuş gibi bir tutum sergilerler. Ya da ideal devlet,
Medinetü’l Fazıla varmış gibi bir tutum…
Bunların berikilerden, her fırsatta
devletçilik yapan, hep birlikte oluşturulmuş ve içinde yaşanılan bu büyük
organın, sistemin eleştirmesi, değiştirip düzeltmesi gerektiği halde hemen her
sorunun üstünü örten ve daima alkış ve övgü ile yaşayanlardan hiç farkı yok.
Onların kin ve öfkeleri, yergileri nasıl sahte ise, bunların sevgi ve övgüleri
de bir o kadar sahte… Hiç bir insani sorumluluk ve emeğe dönüşmeyen laf,
tartışma, spekülasyon, guya entelektüel çıkışlar ve ezber tekrarlar,
papağanlıklar, klişe sloganlar gibi
boşluğa düşecek söylemler, programlar, yazılar, çiziler...
Benim burada en çok işaret etmek
istediğim konu ise şu: Hadi bırakalım devlet eleştirilerini, o muhteşem
muhaliflik gösterilerini, nedense
yozlaşmış devlet organları eleştirilirken o organların yine o halkın, o yozlaşmış
halkın, sizin bizim içimizden insanlar tarafından işler-işlemez hale
getirildigi unutuluyor. Kasdi bir unutkanlık bu. Bu durumlara tanık olduğumda
şahsen ağlayarak gülüyorum.
Anlayamadığım şey o ki; devlet; şimdiye kadar ve şimdi bu halkın doğurduğu
ve hep beraber büyüttüğü bir çark değilse ne?... Başka başka ülkelerden
insanlar gelip kurmadılar bu kurumu, uzaydan da inmedi. Kuruluşu öve öve
bitirilemeyen bir sistem üzerine kurulduğundan beridir, yasamasına, yürütmesine
hakim olabildiğiniz süreçleri de zaman zaman her iki, üç taraf ta yaşadı ve o
zamanlarda neleri değiştirdi? Hangi büyük, devrim niteliğinde ıslah hareketleri
yaptılar?
Bütün mesele o kadar açık ki... Kendi
kesimi iktidar olduğunda ve devletin kaynaklarına balıklama dalabildiğinde devlet
eleştirisi bir süreliğine ortadan kalkıyor. Yani asıl eleştirilen şey; kaynak
ve imkanların karşıt kesimin, ötekinin, hatta ötekileştirmeye tenezzül
etmeyeceği kadar kamusal hayattan eve, arka odaya gömmeye azmettiklerinin,
öldürdüklerini sandıklarının eline geçmiş olması, Artık ne yazık ki kendi
ellerinde olmayışı... Kurumlar veya devletin yozlaşmışlığı değil!
Sistem yanlış diyenin dahi bu
sistemin tekerine ufacık bir çakıl taşı koyduğunu gördüğümde gam yemem...
Ekmek, peynir yerim. Çay içerim. Sevinirim. Buna bile sevinirim.
Ha bir de sistemin değişmesi ve
düzelmesi sadece tekere taş koymaktan geçmiyor. O tekeri dosdoğru yola, adalete
en azından kendi dünyasında dosdoğru davranarak düze çıkarmakla da mümkün. Ya
hu en İslami kurumlar ve güya en sermaye karşıtı, emeği kutsallaştıran, emekten
yana kurumlar hak hukuk gözetmez, çalışanını, fikir üretenini ucuza kapatmaya
çalışırken kalkıp adaletsizlikten şikayet etmek te neyin nesi... Veya adalet
havarisi gibi gezinmek te neyin nesi... Susayım artık ben. Susadım.
Hak ve hukuk hic bir zaman herkes
için düşünülmüyor. Asla samimiyetle "Adalet herkes içindir!" cümlesi
kurulmuyor. Fakat hangi etiket altında olursa olsun adaletten,
hakkaniyetten sapan her insanın vicdanı
ve hayatı yavaş yavaş kahr olacaktır. Buna
inanıyorum.