Sahte aydın sınıfı ve değerler eğitimi
Rahmetli Oktay Sinanoğlu, bir röportajında Cambridge Üniversitesi’nden Thomas Sowell adlı bir tarihçinin yazdığı “Conquests and Cultures”( Sömürgeler ve Kültür) adlı kitaptan bir örnek verir.
Sowell, son birkaç asrın tüm sömürgelerini tek tek
inceliyor. En sonunda da tüm bunların ortak noktalarını çıkarıp sıralıyor.
“Sömürge olan
ülkelerde ne gibi değişiklikler meydana gelir ve millet ne olur?” Bu
sorunun cevabını ortak özellikler kısmında listeliyor.
Oktay Sinanoğlu, “Açın o kitabı bir bakın” diyor. “Listedekilerin çoğu Türkiye’ye uyuyor.”
Örneğin bunlardan en önemlisi sömürgeci devlet o ülkede daima sahte bir aydın
sınıfı oluşturur.
Ve bunları o ülkede
kurduğu misyoner okullarında veya yerli misyoner okullarında yetiştirir. Bu
öğrencilerin önündeki havuç ise okulu açan ülkeye gidip yüksek lisans veya
doktora yapmaktır.
Bunlar memleketlerine
döndüğü zaman kendi milletinin başına bela olan bir aydın sınıfı haline
gelirler.
Aydınların İhaneti adlı kitabın yazarı Julien Benda’ya göre artık aydınlar hakikat duygusunu yitirdi.
Düşünceyi, fikri ve ilmi gelişimi gerileten, kirleten, çürüten bir zümre var
artık.
Öyle ki ülkesinin
kadim değerlerini aşağılamakla kendilerinin ne kadar da aydın ve elit bir zümre
olduklarını ispat etmeye çalışmıyorlar mı?
Her ne kadar kabul edilmese de ve şehir efsanesi olarak
görülse de İsmet İnönü’nün Amerika ile yaptığı Fulbright eğitim anlaşması bu
ülkenin çocuklarının hafızalarına indirilmiş büyük bir darbeydi.
O vakitten sonra bu ülkenin çocuklarına eğitim aracılığıyla
ciddi bir aşağılık duygusu aşılanmıştır. Bu ülkeye yapılmış en büyük
ihanetlerden birisi de budur.
Zayıf bünyeli, akıl
yürütme yetisinden yoksun, katı disiplin yönetmelikleriyle itaate alıştırılmış
uysal karakterli kişiliklerin imal edildiği bir ortamda da Gladyo her türlü
tuzağını rahatlıkla kurdu. FETÖ’nün nerede palazlandığına iyi bakın.
Neticede ortada ciddi bir sıkıntı var. Pek kabul edilmese de
toplum olarak içten içe eriyoruz, tükeniyoruz.
Geçenlerde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, "adalet,
dostluk, dürüstlük, öz denetim, sabır, saygı, sevgi, sorumluluk, vatanseverlik,
yardımseverlik" gibi kök değerler temalarında bir etkinlik kitabı
hazırlandı.
Milli Eğitim Bakanı, bununla öğrencilerimizin; yorumlama, çıkarımda bulunma, öğrendiğini
karşılaştığı probleme yansıtabilme, analiz edebilme, eleştirel düşünebilme,
düşüncelerini sentezleyebilme gibi üst düzey zihinsel beceriler
kazanabileceğini söyledi.
Bilindiği gibi değerler eğitimi ilk kez 2010 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş tarafından
yayımlanan bir genelge ile uygulanmaya başlanmıştı.
“Değerler erozyonuna bir çözüm arayışının ürünü” olarak
ortaya çıktı. Aradan on üç yıl geçmiş. Sizce bu değerler eğitimin bir faydası
olmuş mudur? Aksine gittikçe daha fazla bozuluyoruz.
Bugün okullarda ne
giyeceğine bile kendisinin karar veremediği öğrencilerimizde eleştirel düşünce
nasıl gelişebilir?
Diğer taraftan Sevgili Erol Kekeç’in de bir yazısında ifade
ettiği gibi;
Bugün başkalarının görüşlerine değer vermeyen onları
ötekileştiren, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kendisi tıka basa yerken
başkalarının açlığından etkilenmeyen, ölçüyü tartıyı bozan, çifte
standartlılıkta üstüne kimseyi tanımayan yaşamların, toplumsal hayatın omurgası
haline geldiği bir toplumda bu sorunu çözmenin yolu gerçekten bu mudur?
Bu bile pasifleştirme ve aktif zihni köreltme metodu değil
midir?
Gençlerimizin rol
model alabilecekleri kanaat önderleri var mıdır? Nereye baksalar hayal
kırıklığı yaşayan bu çocuklarımıza hangi değerler eğitimiyle teskin etmeyi
düşünüyoruz?
Yani siz, Allah’ın
Resulü “şöyle aç kalırdı, böyle karnına taş bağlardı” diye anlatırken onlar
sizi zenginlik içerisinde yaşarken görüyor. Demem o ki sorun daha karmaşık
ve vahim. Buraya odaklanmamız lazım.