Sahnenin dışındakiler
Bir ara uzun metraj sinema senaryosu için uyarlanması gereken romanları araştırıyordum. Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler romanı önüme düştü. Bu yazıda da sahnenin dışındakilerden bahsedeceğim. İyi irdelenirse sahneyi utandıracak derecede sahneleşmiş, sahteleşmiş mutfaklardan… Bahsedeceğim.
İnsan ilişkileri üçe
ayrılır. Herkes bir şeyleri bir şeylere ayırıyorken biz de araya karışalım. Fakat
bu kadar sert olmasın. Henüz kurmuşken cümleyi yumuşatalım.
Şu an ki verilere
göre, bana gelen siz ilham, esin, esinti deyin ben deyim “mavi data”ya göre
insan ilişkilerinin yaklaşık-takriben üçe ayrılmış olabileceği yönünde iç
duyumlarım var. O üç madde, pardon mana da şu:
Birincisi; “Varsın
birsin!” ilişkisi.
Yani kendini merkeze
koymuş ve sürekli yüceltilen bir insan etrafında muhatabı yüceltmeden ibaret
bir ilişki. Her şeyde onun menfaati gözetilerek alt menfaat ve karşılıksızlığın
karın, gönül tokluğunda onun yaşam sofrasının artanlarıyla hayat sürmesi… Sofranın
periferisinde kıpırdayıp durarak kırıntılarla doyma ve her bir lokmada övme
ödevini yerine getirme şeklinde gerçekleşen bir ilişki. Bu tip ilişki tarzı ile
siyasetçileri kasdettiğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Bir aileye bakın.
Çok uzağa gitmeyin. Bir dini cemaate veya dinsiz bir kulübe bakın. Çok uzağa
gidip yorulmanıza gerek yok. Çok yakınlarda hemen şu mahallede, semtte,
meydanda, herhangi bir kurumda işleyişe bakıverin. Varsın birsin ilişki
biçimine fazlasıyla örnek bulacaksınız. Halkın hata arama refleksinin sürekli
sahnedekilere, özellikle siyasetçilere doğru atak halinde olması aslında kendi
sivil suçlarını bastırma yöntemidir de… Asıl iktidar hırsı halkın kendi kurduğu
küçük devletçiklerde aile veya kurumlarda deli gibi, sürüsüyle mevcuttur
bakmayın. Fakat hep sahnedekileri konuşur. Kendisi o sahnenin mutfağında ne
haksız sahneler ve iktidarlar kurmuştur halbuki…
İkinci ilişki biçimi
de “Varım birim!” Kendini yüceltme” şeklinde gerçekleşir. Böyle bir bencil
ötesi insan kimse onu yüceltmese de, yüce olduğunu düşünür. Kendinden başka
herkesi sıradan, aptal, yaşamasa da olur bir fazlalık, sürü olarak görür.
Kimselere değer veremez. Bütün değer ve kıymetleri kendisine vermiştir,
kaptırmıştır çünkü. Elinde hiç değer verme potansiyeli kalmamıştır. Genellikle
ekonomik bağımsızlığını çoktan ilan etmiş ayrıca ondaki tanrısal yetenekleri,
donanım veya kazanımların tümünü de bizzat kendisinin elde ettiğini ve kimsenin
değil elbette sadece ve sadece onun olduğunu, ona layık olduğunu düşünür. Ne
düşünmesi, buna gönülden inanır. Olmayan gönülden… Yanına yaklaşılmaz. Yanına
yaklaşabilenler ona hizmet etmekle yücelmesi umulan zavallıcıklardır. Karın
kısmi tokluğu ve gönül açlığına buna hayatlarını feda ederler.
Üçüncüsü de en
sevdiğim ilişki biçimi.
Varız biriz
ilişkisidir. Birliği yüce tutmaktır. Hep birlikte olmaktır. Bundan cümbür
cemaat sıra gecesi gürültüsüyle yaşamak anlaşılmasın. Herkesin kendi varoluş
sürecini sekteye uğratmak zorunda kalmadığı, herkesin hem kendi hem de birlikte
var olarak Allah’a yaşadıkları tevhidi sunduğu bir ilişki biçimi… Tevhide
inanan bir toplumdan özellikle bu beklenir. Tevhit inancı olmasa da insan üst
kimliğinin olgunluğuna ulaşmış herkes, farklı inançtan olsa bile birbirinin
kişisel var oluş sürecine, ömür yolculuğundaki özel tercihlere saygıyla
davranması gerektiği bilincindedir. Bu bilincin olduğu her insanla varız biriz
ilişkisi kurulabilir.
Ve bir toplum; ne
“Varsın birsin!” ne “Varım birim!” ile değil, “Varız biriz!” ilişki biçimi ile
ayakta kalabilir.
Sadece toplum mu?
Devlet de aile de, kurumlar da…
Ve dostluk da…
Kanaatimce dostluk;
kendimizi gerçekleştirme süreçlerimizi eşit ve adil paylaşmaktan ibarettir.