Sahi, ne izliyoruz?
Dışarda garipsediklerimizi evimizin içinde görünce taltif ediyoruz. Başkasına yakıştıramadığımız davranışları, kılıflara büründürerek biz yapıyoruz. Hepimiz eğrilikten şikâyetçiyiz ama hiçbirimiz doğruluktan yana saf tutmuyoruz. Zamanında eleştirdiklerimizi gün gelip de sevdiklerimiz yapınca o durum için yeni anlamlar uyduruyoruz. Her yeri toz bulutu kaplamış ama üzerimize yapışan tozları görmemek için gözümüzü kapatıyoruz. Deve kuşu misali başımızı toprağa gömünce haklı olabileceğimizi düşünüyoruz. Eğriyiz ve eğrildik. Eğrildikçe de evriliyor ve özümüzden kavisler çizerek uzaklaşıyoruz. Hepimiz kendimizi ahlak abidesi zannediyoruz lakin evrensel ahlak ilkelerinden kaçar adım uzaklaştığımızı kabul etmek nefsimize zor geliyor. Konuşunca mangalda kül bırakmıyoruz, ancak mangaldan savrulan küller üzerimize yapışınca onu temizlemek yerine üzerimizde güzel durduğunu iddia etmeye çalışıyoruz.
Bu durumda olmamızın
en büyük nedenlerinden birinin hepimizin evinde olan ve hayatımızı işgal eden
teknolojik aletler olduğunu düşünüyorum. Dışı bizim, içi bizim olmayan
teknolojik aletler hayatımıza girdiğinden beri esaretimizi eğlence
programlarıyla kutluyoruz. Sabah ağız dolusu küfürler ederek izlediğimiz
programları akşamları dizilerde hayranlıkla ve arkasını yarın havasında
izliyoruz. Araya reklamlar girdiğinde bile o diziyle ilgili yorumlar yaparak
yeni sahnelerin gelmesini bekliyoruz. Her akşamımızı bir dizinin esaretinde
geçiriyoruz. Sevdiklerimizle diz dize oturup hasbihal etmek yerine dizilerin
kültürümüzden uzak sahnelerinde kendimizi başrol oyuncusu hissediyoruz. Hep bir
köşk ortamında zenginlik hevesinde dönen diziler, fakirlerin sevgi duygularını
paralarına alet ediyor, zengin oğlan fakir kız tonunda içi boş umutlarla yeni
kültür gençlerimize pompalanıyor. Bunun yanında edep ve ahlak ilkelerini
zorlayan sahneleri maaile izlerken durumu gitgide sıradan kabul etmeye
başlıyoruz. Reyting uğruna kendi kültürüne sırt dönen programlar popülaritesini
arttırırken bizden olan programlar mazinin tozlu raflarında yerini alıyor.
Alttan alta iyinin, doğrunun, hakikatin ve niteliğin yerini pragmatist, güçlünün
haklı olduğu, nicel, içi boş dışı süslü kavramlar alıyor.
Durumun vahameti
sadece dizilerle de kalmıyor. Bazı haber programlarını izlerken şaşkınlığımız
bir kat daha artıyor. O kadar seri duygu geçişleri yaşıyoruz ki üzülmek ile
sevinmek arasında geçen süre saniyelerle ölçülebiliyor. En acıklı savaş
haberlerinin ardından komik bir video ile duygularımız tarumar ediliyor. Adeta
zihnimizle dalga geçiliyor. Savaşın, felaketlerin ve dahi kötü haberlerin
acısına üzülelim derken hemen ardından gelen sözüm ona günün en çok tıklanan
komik videolarıyla duygularımız sömürülüyor. Duvara gömülü ekranlardan nutuk
atan tartışma programlarında ise doğrunun haklı olması gerekirken sesi daha gür
çıkanın haklı olduğu ve dinleme kültüründen yoksun sahnelere şahit oluyoruz.
Bir haftada
yapılan yüzlerce televizyon programı içerisinde elle tutulur ve kültürümüzü
yansıtan program sayısı bir elin parmakları kadar etmiyor. Yapılan programların
zekâ seviyesine baktığımız zaman bazılarının belli bir seviyenin altında
programlar olduğunu görüyoruz. Ancak o programları izleye izleye bizim de zekâ
seviyemiz günden güne düşüyor ve sahne geçişleri arasındaki serilikler gibi
olaylara gösterdiğimiz tepkiler de seri oluyor. Böyle olunca da düşüncesiz
tepkilerden dolayı karşımızdaki insanları kırmaktan geri durmuyor ve hatta
kırdığımızı dahi fark etmiyoruz.
Neyi, niçin ve
nasıl izlediğimizden uzak bir halde sadece vakit dolsun diye aslında
programlardan ziyade çerçeveden ibaret adına televizyon denilen bir bibloyu
izliyoruz. Sahi, ne izliyoruz?