Sahaf Türkmenoğlu: "Yeniden keşfedildik"
Sahaflık mesleğini dört nesildir devam ettiren Turan M. Türkmenoğlu, “Sahaflığın yaşayacağına dair umudum artıyor.” diyor.
Sahaflık mesleği altın
çağını Türkiye’de yaşamıştır. Geçmişten bu yana en meşhur ve iyi sahaflar bizde
yetişmiştir. Osmanlı’da temeli atılan bu mesleği, bugün büyük bir aşkla devam
ettiren seçkin sahaflarımız vardır. Onlardan biri de sahaflık mesleğini dört
nesildir sürdüren Turan M. Türkmenoğlu. Kendisi ile yeni çıkan Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim
eseri ve sahaflık mesleği hakkında konuştuk:
Turan Bey, uzun yıllardan
beri hazırlığını yaptığınız Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim isimli
hatıratınız büyük ilgi gördü. Eserin gördüğü bu alaka konusunda neler söylemek
istersiniz?
Kitabımın kısa zamanda tükenmesi tabii ki, onur ve
gurur verici. Emeğinizin zayi olmadığını görmek ayrıca memnun ediyor. “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir.” denilmiştir. Memnun edici bir başka
husus da gençlerin “sosyal medyadan ve dijital dünyadan” ayrılıp kitap
okumadığı ön yargısıyla haksızlık yapıldığını, genç kuşağın Sahaflar Çarşısı’na
karşı ilgisiz olmadığını görmüş olduk. Biz de Sahaflar Çarşısı esnafı olarak
gençlerimizin buraya daha sık gelmesini hatta çarşıyı sahiplenmesini sağlamamız
gerektiğini görmüş olduk.
Siz üç kuşak sahaf
ailesinin üçüncü temsilcisiniz. Oğlunuz Burak da dördüncü temsilcisi. İnşallah
torununuz da beşinci temsilci olarak bu güzel mesleği devam ettirir. Dededen,
babadan meslekle ilgili gördüklerinizi özlü biçimde ifade etmek isterseniz
neler söylemek istersiniz?
Bize
büyüklerimiz Sahaflığın peygamber mesleği olduğunu söylerlerken şöyle
açıklarlardı: ”Suhuf sahife’nin cem’idir yani çoğulu. Mushaf-ı şerif sahife
sahife nüzul etmiş, bu sahifeler toplanıp derlendikten sonra kitap hâline
gelmiştir.” Bizden önceki ustalarımız sipariş edilen kitapları istinsah
kâtiplerine (müstensih) yazdırdıktan sonra onları bir araya getirerek mücellide
verip ciltlendikten sonra ehline teslim ederlerdi. Biz de bu gün dağınık ya da
eksik matbu kitapları toparlayıp tamamlayıp okuyucusuna sunuyor ya da
bekliyoruz. Harf inkılâbından önce sadece eksik kitap alıp satan bir iki sahaf
vardı bunlara parçacı derlerdi. Alırken de satarken de insaflı olmamızı ihtiyaç
sahibinin zaafından istifade etmemek gerektiğini öğrettiler. Dede mesleğini ben
ve oğlum severek yapıyor, bayrak yarışı gibi görüyoruz ancak hızla değişen
dünyamızda torunum bu mesleği seçer mi bilemiyorum. Belki o günkü şartlara göre
kültür dünyasında yerini alır.
Daha
önce sahaflık ve sahaflar çarşısı hakkında başka kitaplar da yayımlandı. Ama
sanırım en çok ilgi gören sizin eseriniz oldu? Bunu neye bağlıyorsunuz? Eserin
tamamen hatıralardan meydana gelmesi bu rağbete vesile olabilir mi?
İsmail
Erünsal’ın kitaplarını ayrı tutmak gerek, onlar akademik araştırmaların sonucu
meydana gelen eserler. Ben yüz yıllık bir hafızanın 60 yılını dolu dolu yaşamış
biri olarak Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nın son yüz yılını anlatmaya
çalıştım. Diğer yayınlar da tabii ki çok
kıymetli, tabir yerinde olursa burada doğup büyüyen ve dahi yaşlanan kimsenin
kaleminden çıkmış olması ile birlikte ilk ve tek olması önemli kıldı.
Sahaflık
Türkiye genelinde yaygınlaştı ama daha ziyade İstanbul merkezli. İstanbul’da
çarşı biliniyordu ilkin. Sonra Kadıköy ve Beyoğlu da bu konuda öne çıktı.
Sahaflığın daha da gelişmesi, yaygınlaşması gerektiğine inanıyor musunuz? Gerek
İstanbul’da gerekse Türkiye’deki diğer şehirlerimizde?
Osmanlı
İmparatorluğunda payitaht neresi olmuşsa (Bursa, Edirne, İstanbul) orada
mutlaka Sahaflar Çarşısı kurulmuştur.
Sahaflığın yaşaması için o belde de üniversite ve bürokrasi olması
elzemdir. Sahafları olmayan üniversite beldelerinin de bir ayağı eksik kalmış demektir.
Bu iddiamı rahmetli Seyfettin Özege’den bir anekdotla pekiştirmek isterim.
“Efendim bu kitapları Erzurum’da kurulan bir üniversiteye göndereceğinizi
söylüyorsunuz, burada bir üniversiteye bağışlasanız sizin kontrolünüzde olur ve
taşınması da kolay olmaz mı?” diye sormuştum. Rahmetli büyüğümüz tebessüm
ederek, “Öğrenciler ve hocaları bu kitaplara nasıl ulaşabilirler. Orada
Sahaflar Çarşısı yok ki.” demişti. Sahafla eski kitap satanı karıştırmamak
gerek, zira sahaflık babadan oğula ustadan çırağa devir olan ihtisas isteyen
bir meslektir. Bu işin kültürünü, geleneğini bilmeyene sahaf demek zordur.
Tekrar ettiğim bir sözü burada da zikretmek isterim: Ustası olmayan usta
olamaz.
Bu hayırlı mesleğin en
sağlıklı biçimde devam etmesi için neler yapılabilir? Mesela bunun okulu,
kursu, eğitimi verilebilir mi?
Beyoğlu,
Üsküdar ve Kadıköy’de bu mesleği aşkla yapan meslektaşlarımı gördükçe
Sahaflığın yaşayacağına dair umutlarım artıyor. Ne var ki bizler kültür sanat
hizmeti ifa etmemize rağmen ne yerel yönetimlerden ne de merkezi yönetimden
hiçbir destek görmüyoruz. Konuyu açacak olursam: kira ve vergi indirimleri
yanında tahsisli kâğıt ile desteklenerek Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi
yayıncılık da yapabiliriz. Üniversiteler ve yeni kurulan kütüphaneler için sahaflardan
toplu alımların yapılmasıyla esnaf desteklenirken nadide kitaplar ve benzeri
evrak koruma altına alınabilir.
Sahaflığın en heyecanlı
safhası sanırım evlerde veya işyerlerinde bakılacak toplu kitaplar. Bunu çok
yaşamışsınızdır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Evlerden kitap almanın iki
vechesi vardır. 1. Yıllarca dişinden tırnağından ayırarak topladığı paralarla
aldığı kitapları kendisinden ya da varisinden almak hüzün vericidir. Rahmetli
ben öldükten sonra bunları ucuza vermeyin diye tembih etmişse varisleri çok
büyük paralar umarlar. Belki de rahmetli kitapları eve rahat getirebilmek için
masum yalanlar söylemişti. Bu evden kitap almak çok müşkül olur. 2. Çok özel
bir kütüphane için davet edilmiş nadide kitaplar elinizden geçiyor aman ne saadet.
Bir sahafın bundan daha mutlu bir anı var mıdır? Yeri gelmişken şu örneği
verebilirim: Büyük babama gazeteci soruyor: “Elinizden geçmeyen kitap olmuş
mudur?” “Olmaz mı?” “Peki ilk defa bir kitabı gördüğünüz zaman ne
hissedersiniz?” “Üç kızım bir oğlum var, yeni bir erkek evladım olmuş gibi
sevinirim.” der.
Her sahaf dükkânı âdeta
bir fakülte ve buradaki sahaflar öğretim üyeleri gibi. Hatıralarınızı okurken
buna bir kere daha inandım. Ben gerçek sahafları sadece kitap satıcıları olarak
görmüyor, birer ilim, fikir, sanat ve kültür adamı olarak da değerlendiriyorum.
Ne dersiniz?
Sahaflık
ihtisas isteyen bir meslek dalıdır. Sahaf müşterisinin zamanı çok kıymetlidir.
Muhatabı olan “sahaf”dan umduğunu bulamaz amiyane tabirle “hafif” gelirse onu
pek ciddiye almaz. O dükkândan alacağı kitap ve tanıyabileceği yeni kitap
muhiplerinin olmayacağına hükmederek pek uğramaz. Onun düşündüğü gerçek sahafın
dükkânında ya yeni kitaplar bulur ya da yeni dostlar edinir. İşte sahaf bu
müşterilerini ağırlayabilme birikimine ve donanımına sahip olmalıdır.
Sanıyorum sahaf
müdavimleri ile sahaflar arasında sıkı bir dostluk, yakınlık kuruluyor. Bu
dostluklar nasıl kurulabiliyor ve kalıcı hâle gelebiliyor?
Sahafın
sattığı kitaplar yani çeşitleri onun dünya görüşünü ve ilgi alanını yansıtır.
Müdavimlerde bu paralellik yakalanırsa zamanla duygudaşlık doğar. Sizin en
yakın dostunuz, sırdaşınız olur. Gün gelir içini size döker bir nevi terapi
olur, gün gelir yapacağı bir alış veriş için sizin fikrinize baş vurur.
Mahremini size anlatır. Tabii bu dostluğun temelleri çok eskiye dayanır.
Eserinizde
çok kıymetli sahaflardan bahsediyorsunuz? Sanırım pek çok sahaf tanıdığınız var
ama ilk on ismi sıralamanızı istesem kimleri zikredersiniz? Dünden bugüne ilk
on sahaf?
Büyükbabam
Mustafa M. Türkmenoğlu, Babam Adnan T. Türkmenoğlu’ndan başlayarak şöyle
sıralaya bilirim: İsmail Dilmen [Küçük İsmail ya da Acem İsmail diye anılırdı] Nizamettin
Aktuç, Raif Yelkenci, Hacı Muzaffer Ozak, Necati Alpas, Arslan Kaynardağ,
İsmail Akçay, İbrahim Manav. Yukarıda isimlerini rahmetle andığım büyüklerimizi
tanımakla kalmadım hepsinden bir şeyler öğrendim.
Son yıllarda bazı
belediyeler düzenledikleri kitap fuarlarında sahaflara da yer vermeye
başladılar. Toplumda da sahaflık mesleği biraz daha ilgi görmeye başladı.
Filmlerde, dizilerde artık sahaflar da yer alıyor. Sahaflık mesleğine itibarın
bugün gereken seviyede olduğu söylenebilir mi?
Yeniden
keşfedildik diyebilirim. Ulaşım kolaylaştıkça aileler çocuklarıyla birlikte
çarşımızı görmeye/gezmeye geliyorlar. Bu sevindirici tabii. Beyazıt Meydanı
düzenlenmeden önce şiirlere hikâyelere konu olmuş bir ‘Çınaraltı’ vardı.
Üniversitedeki Hocalar burada toplanırlar sohbetler ederlerdi. Öğrencileri
onlara yakın masalarda yer bulup uzaktan dinlemeye çalışırlardı. Alış verişten
dönen vatandaşın soluk alacağı bir yerdi Çınaraltı. Bugün ruhsuz/kimliksiz bir
meydan olarak gözü tırmalıyor. Motorcuların park yeri hâline geldi. Küllük ve
Çınaraltı ihya edilmeli, cazibe merkezi hâline getirilmelidir. Ben 1974 yılında
tabelama SAHAF diye yazdığımda eski kitap satan hiçbir kitapçının tabelasında
bu ibare yoktu. Maşallah şimdi fotoroman satan da kendisini ‘Sahaf’ olarak
takdim ediyor. Bu kadar sitem etmeye hakkım var sanıyorum.