Dolar (USD)
35.13
Euro (EUR)
36.63
Gram Altın
2970.38
BIST 100
9920.37
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sağduyuya giriş

Son dönemlerde iki önemli sorunun, vahim bir şekilde toplumda daha fazla görünür olduğunu müşahede ediyorum ve bunlar beni ziyadesiyle tedirgin ediyor. Zira bu sorunlar bir yandan toplumsal aklın ve ufkun sınırlarını bize gösteriyor; diğer yandan geleceğin nasıl inşa edileceğine dair göstergeler sunuyor.

Farkında mısınız bilmiyorum ama Taksim’deki gösteri ile ezan ve ıslık konusundaki tartışmalar, sosyal medyada hatırı sayılır yer tutan karşılıklı sövgüler bizi ne kadar meşgul etti? Benzer tartışmalar ilk değildir; böyle giderse son olacak da görünmüyor. Toplumdaki kutuplaşma giderek artıyor. Maalesef sağduyu hakim olamıyor.

Türkiye’nin son elli yılını gözden geçirdiğimizde, enerjisini ne kadar dağıttığını ve gereksiz harcadığını gözlemleyebiliriz. Bu arada ne kadar iyi beyinler, düşünce üretmesi gereken zihinler heba oldu. 1970’li yıllara baktığınızda çatışma ortamında ne kadar çok insanın hayatını kaybettiği hep söyleniyor. Hatta bu insanların, gencecik beyinlerin çıkarılan karmaşalarla heba olduğu yorumlarını sürekli duyuyoruz. Neticede yanlış yere harcanan enerjiler.

Tüm bu olaylara bir “taraf” gözüyle değil de daha yukarı bir üst akıldan bakacak olursak, Türkiye’nin ihtiyacı olan üretim, bilim, bilgi, çalışma vb. ile zihinlerin meşgul edilmesi yerine, her vakıadan bir çatışma çıkararak ne gibi sonuçlar elde edilebilir? Meseleye Tanrı katından bakılsa, böyle bir şeyi Tanrı’nın da onayladığını söyleyemeyiz. Öte yandan yabancı ülkeler bunları izlediklerinde, çatışıp enerjilerini boş yere harcıyorlar diye düşünüp seviniyorlardır herhalde.

Bir toplumun öncelikle kendi içinde varolan dinamiklerini harekete geçirmesi gerekir. Fakat bizim bu dinamiklerimiz giderek hayatiyetini yitiriyor. Bu bağlamda, farklı düşünme, bilgi üretme ve eleştirelliği bir türlü yerleştiremiyoruz. Herkes bir başkasının düşüncesini kendisi için bir tehdit olarak algılıyor ve tabii bu algılama konuşma ve tartışma kültürünü anında sonlandırıyor. Farklı düşüncelerle yüzleşmenin yolunun, yine sövgü ve çatışmadan uzak şekilde düşünce yoluyla olması gerektiği zemini dışarıda bırakılıyor.

Tam da bu nokta ile bağlantılı bir diğer sorun da, ülkenin entelektüellerinin giderek kaybolmasıdır. Bu kayboluşlar bazen tarafgirlik bazen konuşmama bazen de içine kapanmalarla tezahür ediyor açıkçası. Gözlemleyebildiği kadarıyla tarafgirlik öyle noktalara geliyor ki, entelektüeller de bu çatışmacı algının bir parçası haline gelebiliyorlar. Halbuki entelektüel, bunların toplumda yol açacağı travmaları sezinleyerek her şeyden önce sağduyulu bir dil inşa etmelidir.

Entelektüeli tam da bu noktada birkaç görev beklemektedir. Birincisi, hangi görüş ve ideolojiye sahip olursa olsun, toplumda düşünce ve eleştirelliğin yerleşmesine bizzat kendisi katkıda bulunmalıdır. Bu da kendi fikirlerini açıklaması, düşüncelerini ortaya koyması ve farklı düşüncelere eleştiri getirirken hakaret ve sövgüden uzak biçimde ve eleştirilerinin gerekçelerini sıralayarak kendisini ifade etmesini gerektirir. Bu arada muhtemel kutuplaşmaların önüne geçmek için, rijit söylemlerden kaçınması, aklı başında ve sükunetli bir dil kullanması gerekir. Doğrusu ben her türlü fikrin, iyi bir dil ve üslup içinde söylenebileceği kanaatini taşımaktayım.

Açıkçası insan konusundan başlayarak din, toplum, bilgi vb. birçok konuda felsefelerimizin yeniden tartışılmaya ve inşa edilmeye ihtiyacı var. Ama görebildiğim kadarıyla bunlar henüz entelektüellerin düşünce bağlamında yeteri kadar tartışabildikleri şeyler değil. Zira bir türlü o boyuta geçemiyoruz.