Saflık ve Saf dışılık
Safların saf dışı edildiği bir dünyada saflığı savunmak ve saf kalmaya çalışmak saflıktan öte neyi ifade eder? Kazanamayacağını bile bile bir işe girişmek neyin eseridir? Ulaşamayacağını bildiğin halde bir yolu yürümek, sonunda ışık göremeyeceğin bir dehlizde çaresizce yol almak… Saflık, illiyeti paramparça eden bir yürüyüştür olsa olsa. Çimenleri bu yüzden severiz, çocukları, meyvesiz ağaçları, hesapsız kitapsız insanları, bulutsuz gökyüzlerini, amaçsız yürüyüşleri… Hatta belki herhangi bir otobüs yolculuğunda bir daha karşılaşma imkanımız bulunmayan insanları sevişimizin asıl sebebi de bu bağlamsızlıktır. Sonu bir yere varmayan bütün eylemler saftır, kendisi için vardır.
Bütün bu insanlar, nesneler ve eylemlerin saflıkla bağlantısı anlık pırıltıya kucak açışlarıdır. Daha fazlasını talep etmemeleridir. Çimenin ağaca, kelebeğin kaplumbağa, altının demire, güçsüzün güçlüye, yoksulun zengine, merhametin nefrete üstünlüğü saflığın daha az talepkar oluşudur. Saflık ansızın görünüp kaybolan her şeyin omurgasıdır. Başlayıp biten… Öncesizlik ve sonrasızlık çocuğudur o…
Şimdinin büyüsü de saflığından gelir. Geçmişin üzerimize yığdığı bütün o ağırlık ile geleceğin bize yönelik tehditlerini saflıkla savuşturur şimdi. Geçici unutma hallerinin fazlalığı saf yapar bir insanı. En saf zihin, bebekte, delide ve hafızasını kaybetmiş insanlarda bulunur. Sanat, hafızaya gözlerini kapamış düşüncedir. Geçmişi zayıflatmak, geleceği dondurmak saflık zemininde sıçramak ile mümkün çünkü ve bu yüzden kaybeder saflar, saf olmayanlara. Sanatın siyasete kaybı da saflığın eseridir. Demir, altından ağırdır. Şimdinin geçmiş ile gelecek arasında oyuncağa dönüşmesinin sebebi hafifliğinden başka nedir?.. Zamanların en hafifidir şimdi ama pırıltılı elbette. Geçmişin ayak izleri yüzüne çizgiler çizmiştir şimdinin saflık yüzünden, geleceğin öğürtüsü yüreğini yerinden söküp almıştır ve o da kıpırtısız, olduğu yerde duru duruverir. Bir tek Tanrı müdahalesi galebe getirebilir safları. O koruyabilir. Çimenleri ezilmekten, çocukları fiziksel tehditten koruyan Tanrı’nın saflara verdiği değerdir. Meyvesiz ağaçları Tanrı’nın eli taşır bir yerden ötekine, bir zamandan bir başka zamana… Hesap bilmez, mutlak duygusal insanlardaki şans da yukarıdan gelen kaderle ilgilidir. Bulutsuz gökyüzünü Tanrı korur insanların şerrinden, saflığın hatırına…
Bağlamsızlık, öncesiz ve sonrasızlık üzerimizden sorumluluk yükünü kaldırdığı için hoşumuza gider. Çimenden çiçek açması beklenmez, saftır ve güzeldir; meyvesiz ağaçtan, beklentisiz insandan, bulutsuz gökyüzünden amaçsız yürüyüşten hoşlanmamızın sebebi de saflığa özgü bu bağlamsızlıktır. Bağlam yoksa sorumluluk da yoktur; sorumluluk yoksa geçmiş ve gelecek acısı da… Geçmişin ve geleceğin şimdide eridiği bir varoluş biçimidir saflık. O yüzden mutlak zekanın yanına uğramaz, iş güçten beridir, çocukların gözlerinde, delilerin bakışlarında gezinir saflık. Bununla birlikte, hayat tarafından her an zedelenmeye hazır, nazik bir omurgası vardır onun. Küçük bir tepinmede ezilir çimler, bir bakışa yenilik çocuklar, meyvesiz ağaçlar bahçelerin kıyılarına dikilir, saf insanların duygularıyla oynanır, yarıda bırakılırlar onlar; bulutsuz gökyüzleri sırrını ele vermez, unutulur gider amaçsız yürüyüşler… Hayattan geriye kalan, kendimizde ansızın yakaladığımız dalgınlıklar değil mi?..
Saflık; edilgin huzura dairdir, bilincin geri çekildiği; doğru tamamlanmışlık ise etkin, iradi huzuru davet eder. İçinde kesbiliğe, elde edilmişliğe, emeğin sonunda kazanılmışlığa özgü olmayan ama yaratılışın, varoluşun başlangıcına özgü bir tazeliği vardır saflığın… Zaten temizlik ve azciyet anlamına yok ediş anlamının eklemlenmesinin sebebi de budur. Temizliğin acziyete tahvili saflığın tepkimeye girmemekten kaynaklı kuvvetsizliğindendir. Yok oluşa tahvili ise o acziyetin geriye bıraktığı mutlak yenilgidir. Başlangıçlar sonradan gelenlerce yenilir. Sabah, öğleye; gençlik yaşlılığa yenilir; hayat ölüme ama ölüm de hayata... Tazelik olgunluğa, olgunluk çürümüşlüğe yenilir. Saflığın zihin tarafından bertaraf edilmesi zaman adlı büyücünün var olma gerekçesidir. Zihin koştukça saflık yorulur. Sabahın güzelliği işlenmemişliğine dairdir; gençlik sarhoşluğu bilincin sorumluluk alanına girmemişliğiyle ilgilidir; tazeliğin yerini olgunluğa terk edişi hayatın tamamlanmışlığa yaptığı vurgudan başka nedir?.. Bununla birlikte, Tanrı ve O’nun esirgedikleri dışında her şey yok olur. Sabah biter, tomurcuk çiçek açar, çiçeği meyve soldurur, meyveyi zaman… Tazelikse hayatın içinde bir başlangıç patlaması olarak saflık özsuyunu içinden atar, geriye tamamlanmışlığın kadavraları kalır. Yeni kurulmuş bir sofra saf, yemeklerinin yendiği sofra ise tamamlanmıştır. Saflık güzelliğe, tamamlanmışlık faydaya vurgu yapar.
Bebeğin telaffuz ettiği ilk kelime saftır, bağlamından kopuk olduğu için sevimli görünür. Bir çocuğun dudaklarından dökülen belli belirsiz kelimeler, hiçbir anlam ifade etmese de büyükleri için inanılmazdır, çünkü çiçek açan tazelik her zaman heyecan verir. İlk cümle de öyledir. İlk bakış, ilk görüş, ilk dokunuş, ilkliğe özgü bütün çağrışımlardaki duygusal patlama saflık pırıltısından kaynaklanır. Saflık, ilkliğe özgüdür ama ilkeldir öteki taraftan. İlkliğin ilkellikle bağlantısını sağlayan saflık, burada homojenliğe, tatsızlığa, kokusuzluğa göndermede bulunur. Suyun saf halleri gibi…
Safların, saf dışı edildiği bir dünyada yaşıyoruz evet, elbette. Saflığın buharlaştığı, safların hayatın her alanında yenildiği ve geriye çekildiği, özsuyu alınmış kupkuru bir dünyaya açıyoruz gözlerimizi… Açıyoruz ve dehşet içinde hemen kapamak istiyoruz, kapayamasak da. Şiddeti görsünler diye göz kapakları zorla açık bırakılan işkence mağdurları gibi… Saf insanların, şiddet uygulanan saflığa baktırılmasından daha azap verici bir şey var mı şu dünyada?..