Safiye Erol
Unutmak insana mahsus, amenna. Ama unutulan
hatırlanınca, bu eksiklik de telafi edilmeli. Mesela biz bazen -ne yazık ki-
çok kıymetli yazarlarımızı unutuyoruz. Şükür, sonradan hatırlayıp
eksikliklerimizi telafi ediyoruz. Safiye Erol da böyle bir talihsizliğe duçar
olmuştu. Önce uzun yıllar unutuluverdi, sonra bazı vefalılarca hatırlandı,
edebiyattaki seçkin yerini aldı. Hikâye uzun, ben kısa anlatacağım.
Safiye Erol 1902-1964 yılları arasında yaşadı.
Edirne Uzunköprü’de doğdu, İstanbul’da vefat etti. Ciğerdelen ile birlikte dört romanı, birer hikâye ve nesir kitabı,
makalelerinden meydana gelen eseri var. Toplam 7 kitap. 1974 yılında Ciğerdelen’in yeni baskısı yapılmış ancak
bu neşriyat nedense ilgi uyandırmamıştı.
Bu yıl yazarın vefatının 60. senesi. 2024’te hakkında
sadece bir toplantı gerçekleşti. Hâlbuki bir zamanlar Türkiye’de “Safiye Erol
Rüzgârı” esmişti. 2001 yılından itibaren Kubbealtı Neşriyatı bütün eserlerini
yayımlamıştı. Ciğerdelen, Ülker Fırtınası, Dineyri Papazı, Kadıköyü’nün
Romanı, Makaleler, Leylâk Mevsimi ve Çölde Biten Rahmet Ağacı edebiyat dünyamızda büyük bir heyecan
uyandırmıştı.
O yıllarda Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda
çalışıyordum. Safiye Erol’un keşfedilmesi, kitaplarının yeniden neşri
dolayısıyla pek çok toplantı düzenlemiştik. İstanbul ve Edirne başta olmak
üzere bazı şehirlerde programlar tertip edilmişti. Karacaahmet’teki mezarı sıkça
ziyaret edilmiş, adı Keşan’da bir sokağa verilmişti. Üsküdar Çiçekçi’de
oturduğu son apartmana levha asılmıştı. “Aşk’ı en iyi anlatan yazar” Safiye Erol’un
iyi yazar olduğu belirtiliyor, edebiyat âlemi onunla tanışmanın sevincini
yaşıyordu.
Hakkındaki ilk biyografi kitabını 2003’te yazdım. Kitap
romancımızın daha çok tanınmasına katkıda bulundu. Paneller ve sempozyumlar
düzenlendi, konferanslar verildi, sohbetler edildi. Hatta yazar adına bir hikâye
yarışması düzenlendi. Medya sık sık ondan bahsediyordu. Bu kadar yoğun biçimde
tanıtılan ve gündeme gelen yazarı nihayet üniversiteler de fark etti ve Safiye
Erol hakkında tezler yaptırılmaya başlandı. Yazarımıza dair başka kitaplar da
yazıldı.
Sonra derin bir sessizlik daha yaşadık. Yine adı
anılmaz oldu Safiye Erol’un. Niçin? Güzel ülkemizde elbette bazı sıkıntılar
yaşandı: Çukur eylemleri ve Gezi olayları, 15 Temmuz’daki hain kalkışma,
koronavirüs felâketi ve 11 ilimizi sarsan 6 Şubat depremleri… Bunlar yine de
değerlerimizi unutturmamalıydı. Zira iyi yazarlar, okuyucuya millî şuur aşılar,
moralini yükseltir, toprağa sağlam basmasını sağlar.
Makaleler
isimli eserinden seçtiğim şu cümlelerde, yazarımız bakın ne diyor: “Güzel şey
ile faydalı şey bir arada olamaz. Muhteşem ağaçların meyvesi yoktur. Meyve
veren ağaçlar bücürdürler. En güzel binâlar faydası olmayan binâlardır: Bir
mâbet ikâmetgâh olamaz.” “Uluların kelâmını dilde, zihinde, gönülde dolaştırmak
bile insanı sorumlu kılıyor.”
“Çocukluğumuzda delice özlemle beklenen, iple
çekilen bayram gelir geçer, biz bir peri diyarından cascavlak bir dünyaya
tekerleniverirdik. Bir yeni ümide sarılırdık. Anne kurban bayramına kaç gün
var. Beybaba bayram ne zaman? Büyükler bizi avutmasını bilirdi, boynumuzu büker
otururduk. Hayatta zevk ü safanın ölçülü olduğunu, sabretmek beklemek lâzım
geldiğini biz daha o zaman öğrendik.”
“Din terbiyesinin niçin aleyhinde bulunuyorlar
anlamam. Bâzı kimseler fazîlet öğrenmek için dîne ihtiyaç yok, Allah ve
Peygamber mefhumlarını öğrenmesek de olur, diyorlar. Soruyorum: Hak, vicdan,
ahlâk mefhumlarını da öğretmeden olur mu? Yoo... Onlar lâzım, diyorlar. Adetâ
meyvasını yiyip ağacını inkâr etmeğe benziyor. Bana kalırsa derim ki: Ey felek!
Allah’sız, Muhammed’siz dünyâyı al, başına çal!..”
Şu tasvir de Ciğerdelen’den:
“Yurdum dedikçe gözümün önüne hep güvercinler ve leylekler gelir. Câmilerinden,
şadırvan çeşmelerinden, hamamlarından, hanlarından ziyâde kuşlarının kalbime
yuva yapması nedendir, bilmem. Belki yurduma bağlı bin bir hâtıra ve efsâneyi
bana hatırlattıkları için…”
Romancımız Makaleler’de
diyor ki: “Klâsiklerimizi ihmal ettik, o kadar ki eğer bu yolda az daha devam
edersek bir daha onlarla irtibat kurmak bile imkânsız olur.” Bu haklı ikaza ben
de şunu ekliyorum: Safiye Erol da artık klâsiklerimizdendir. Onu okumayı ihmal
edersek kaybeden biz oluruz. Okumak yetmez, en güzel romanı Ciğerdelen’in filmi, usta bir yönetmen
tarafından bir an önce çekilmeli ve toplumun istifadesine sunulmalıdır. Bugünle
yarın rahmetli Safiye Erol’un İstanbul ve Bursa ile birlikte çok sevdiği
memleketi Edirne’deyim. Okullarda çocuklarımıza Safiye Erol’un hayatını,
fikirlerini, eserlerini anlatacağım. Dilerim, unutulan bütün yazarlar
hatırlanır ve okunurlar.