Saf değiştiren edep sorunsalı
Türk solunun Edebiyatını, sağın muhafazakar ve çoğunlukla içe dönük anlatım tarzının üzerinde gören dostlara senelerdir söylediğim bir hakikatti; "Solun edep gibi bir problemi yok!" Onlar, ifade noktasında bizden daha ayrıcalıklı, daha geniş bir alana sahipler. Kendilerini konumlandırdıkları bu alan onlara, daha yüksek tonlarda, daha fazla kelimeyle seslenme imkanı sunuyor. Edebiyatımızın Türk-İslam çizgisinde olan kalemler kanadında(Birkaç şair ve yazar istisna) ise durum çok farklı. Onlar meramlarını, değerlerinin müsaade ettiği ölçüde, daha seçici ifadelerle arz etmek mecburiyetindeler. Şüphesiz, sağın manevra alanını kısıtlayan bu gerçek, öfkeyi, nefreti, hazzı, hasreti, kavgayı, sevdayı belli ses çizgilerine sabitliyor ve aslında bu haliyle Sağ, mensubu ve mecburu olduğu edep çerçevesi içerisinde ortaya koyabildiği devasa eserlerle görünen başarısının yanında, daha büyük alkışı hak ediyor. Merhum Abdurrahim Karakoç'un "Mihriban"ında tecelli eden ve şiiri sessiz ve çekimser bir mesaja araç eyleyen o ketum sevdada, Sezai Karakoç'un "Mona Roza"sına kodlayarak nesillerin ruhuna nakşettiği uzun aşkta, Nuri Pakdil gibi büyük bir fikir adamı ve edebiyatçıyı yalnızlığın zindanına hapseden o ısrarlı sevgi direnişinde hep bu edebin izlerini buluruzu2026
Onlar Edebiyatın latif ve aziz koridorlarında taşıdıkları "çile" tuğlalarıyla inşa ettiler parçası olmakla gururlandığımız bu heybetli medeniyetiu2026 Onların Edebiyat eserlerine yansıttıkları sessiz ve tertemiz feryat, şuurunu kaybetmiş nice hezeyandan daha derinlikli, daha nitelikli durdu.
Onlar fikir uğruna hürriyetlerini rehin verdikleri demir parmaklıklar ardında bile, sabırla dokudular kelimeleriniu2026 Onlar bize bir hüznün, bir dramın, bir savaşın, bir barışın, bir varlığın ve yokluğun dilini, hudutsuz bir miras zenginliği ile aktardılar.
Biz onların hikayelerinde, öykülerinde, denemelerinde, yüzünü, türkülere dönen şiirlerinde bir şekil ve üslup sentezinden daha fazlasını arayıp bulduk.
Biz kelimelerinin nuruyla besledik ruhumuzu, kanla sulanan topraklarımızda o fikir öncülerinin gözyaşları ile boy veren çiçeklerin varlığını bildik.
Biz sevdik, çok sevdik, göremediklerimizi, başka bir alem ve boyutta görebilecek olma ihtimalini bileu2026 Bu inançtan güç devşirdik.
Son dönemde toplum olarak tutunduğumuz ve en uzağımızın bile illa ki gölgesinde soluklandığı bir küfür hareketi başladı. Sosyal medyanın, çağın ifade elçisi olduğu, toplumun kalabalık yüzlerinin temsilcisi olduğu düşünüldüğünde ve kitap okuyan kesimi büyük bir hızla erittiği göz önünde bulundurulduğunda, ulaşabilirsek, beş sene sonrasına dokunacak olan söylem kirliliği öldürücü büyüklükte görünüyor. Bir milletin savaşla, topla-tüfekle, ekonomik sarsıntı ile düşebileceğini düşünenlerimiz halen büyük çoğunluktau2026 Şimdi, akışına kapıldığımız söylem şımarıklığının, tehditvari gösterilerin, ezme potansiyellerinin büyüklüğü ile bizler "O Şiirler" den doğan medeniyetin evlatları mıyız? Şımarıklığın, hoyratlığın, merhametsizliğin, saygısızlığın ve edepsizliğin zirve yaptığı bu zamanı el birliği ile inşa ederken hiç mi dönüp kendimizle bir kaygı konuşması yapmıyoruz; yok zamanın getirisi değil bu, bizim ona getirdiğimiz. Bütün gücüyle bir milletin en büyük zenginlik kaynaklarından olan "Edebiyat" ımıza da sızan bu söz zehirlenmesinin bizi yutmaması için başta kendime yaptığım bir telkin sadedinde bu;
"Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, bulutlarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?"(Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Selam ile
Nuray Alper