Sadede gidelim
Muhalif olmazdan önce kendi mevzusunun muktediri olmaya,
evet buna b/ayılıyorum. Böyle bir duruşta olmayanın muhalefeti, eleştirisi bana
gülünç geliyor. Gamzemi düzeltmeye çalışsam da ruhum biraz terbiyesini bozup
kahkaha atıyor. Ne oldu? Gamze deyince feminen/kadınsı bir üsluba mı bürünmüş
oldum?
Gündemini kendisi oluşturan insan yaşamak istediği gezegeni
seçmiş gibi bir ayrıcalığı yakalıyor. Dünyanın içinden istemediğin dünyayı
kovmak gibi bir şey bu. Yani ya dünyayı kendi ihtiyariyle durdurmuş ve sonra
kendi ihtiyarı yönünde döndürmeye başlamış oluyor, ya da olmadı bambaşka bir
gezegene, aleme göç etmiş oluyor. Öldüğü için değil. Aksine! Dolu dolu yaşadığı
için! Kendini hep başka başka mevzularla dolduruşa getirmediği için. Hatta
şöyle diyelim; yaşamına almaması gereken mevzulara karşı ölü rolü yaptığı, daha
sağlıklı bir hayat adına o konulara gelince “öldüğü” için…
Medyanın insanı hem her şeyden haberdar eden, hem de
kendisini, hususi bir itina ile alaka göstermesi gerekenleri unutturan yanı
var. Dünyayı sokaklaştırırken, kendi sokağından geçmeyi ihmal ettiren bir yanı…
Yani sözgelimi dünya çöp istatistiğini belletir belki gözü ekran, kulağı volüme
olmuş birine, fakat sokağındaki çöp konteynırının oynayan yerinden, çekiştirilmesinden,
taşmasından, zamanında boşaltılmamış olmasından, kapağının kırık olmasından
veya bir otobüs durağına çok yakın olup duraktakileri rahatsız ediyor olması
sebebiyle yerinin değiştirilmesi taleplerinin olması gerektiğinden… evet
bunların hiç birinden haberdar değildir.
Uzağa, çok uzağa cinleşir ve orda burada dünyadan haberdar bir insan
rolünü gururla oynar, ancak yakına, dibe, içe, dip kapıya, hemen karşıya
körleşir de körleşir.
Özellikle de kendi yoluna, uygun veya uygunsuz adım yürüyüş
biçimine yabancılaşır.
Çok kurnazdır insan. Çünkü uzak; düştür, düşüncedir, dildir,
çenedir. Yakın; ise emek! İlla emek!
Bir bencillikle kendi alemine kapanmaktan, bir
duyarsızlıktan, bananecilikten bahsetmediğim ne de açık! Sananeciliğin
dengeleyebileceği bir öz haberlilikten, terk edilmiş bir bilinçten söz açmaya
çalışıyorum. Kendi iç dünyasından haberdar yaşayan bir insanın e ancak belli
bir daireye, belli bir çembere kadar yayılabileceğinden, sorumluluk alanına
sondan başa değil, baştan sona doğru hareket etmesi gerektiğinden… Mevzu
açıyorum. Gücünü asıl sorumlu olmadığı koca koca alanlarda harcayanların, kendi
özel sorumluluklarına güçlerinin kalmayışıyla ortaya çıkan sorunların işte o
koca dünyanın sorunlarının ta kendisi, devasa balyası olduğuna dikkat çekmek
istiyorum. Haberlerde duyulan şeyler işte böyle başlıyor ve birikiyor. Olumsuz
her haber, içimizi yırtan ve bizi söndüren her istatistik bilgi kendi öz yaşam
alanında yapılması gerekenleri yapmayan insanlardan oluşmuş toplulukların
haberidir, diyorum.
İnsanın daha ötesine, dünyanın en ucuna yetişmeye çalışma
duygusunun kendi dünyasına geç kalmışlığa dönüşme tehlikesinden bahsediyorum.
İnsanın gerektiği kadarıyla kendi haritasına, tapusuna,
kadastrosuna, adresine çekilmesi gerektiğine dair düşüncem, o bireyin yaşadığı
gezegene duyduğu kibir değil, aksine kendisini ve toplumunu tüketen biri olmak
yerine daha üretken bir duruş göstermesiyle alakalı. Hepimizi aktif bir eleştiri biçimine davet
ediyorum.
Yine bu düşüncem; geniş çevresel şartları hiç dikkate almama
duyarsızlığı değil, özgün irade üstü şartlarla özgün irade altı şartları
yoğurma ve kendi kaderinin başında durmanın getirdiği bir ayrıcalık. Çünkü
kendi çevresel şartlar çemberini gayret ve zevkle çeviremeyen dünyayı
çeviremez.
Doğrusu yazıma da bu cümleyle girdim. Çıkarken de aynı cümle
ile çıkmak istiyorum.
Bir insanın, bir mübareğin muhalif olmazdan önce kendi
mevzusunun muktediri olmasına, işte buna b/ayılıyorum. Kaderlerin, kader
sürülerinin çobanlığını hem de sadece lafta, evet en çok lafta oynayan bir
“koca, yaşlı, şişko” kahvehane laklakçısı gibi değil, hayatını seçmiş,
mevzusunu seçmiş, mevzusuna hakim, derinleşmiş, iyi bile değil, her ne yapıyor
idiyse en iyiyi başarmış insanlara… Bayılıyorum.
Kaderinin başında dimdik duran, efendi kaderli, kaderinin
ona “Efendim? Bir isteğiniz mi var?” deyip durduğu şahsiyetlere… Hayatına
hikmetle hakimiyet kurabilmiş, kendisini en üst siyasetle yönetebilmiş bir
vakara…
Her şeyden haberdar olup her şeyin pususunda bekleyen bir
tepkiselliktense, bilinçli haberlilik ve hatta yine bilinçli habersizlikle
kendinden, özel sorumluluk alanından, işinden, sanatından hatta kalbinden, evet
kalbinden haberdar olarak yaşamak daha güzel.
Bir de şunu ekleyelim.
Yeri geldi sana kalbini, kalbinin gündemini unutturan bu
dünyayı durdurmayı ve kendi gezegenine, alemine atlayıp gitmeyi bilmelisin!
Daha fenası da var.
Her şeyden önce istediğin gibi dönmeyen bir gezegenin
tekerine kalp koymayı bilmelisin!