'Sadece Kendine Müslüman'
Modern zamanlar insanımızı kendisinden başka kimsesi olmayan
insanlara dönüştürdü… Gün geçtikçe içine kapanan, kimseyi görmeyen, duymayan,
bilmeyen hatta bilmek istemeyen mecralara savrulduk… Yalnızlaşan, kimsesizleşen
kapalı dünyaların bencil bireyleri gün geçtikçe artıyor…
Toplumsal zeminimiz, kolektif ruhumuz zedeleniyor…
Dertleşmeyi, paylaşmayı unutuyoruz…
Ümmet ruhu, cemaat şuuru, kardeşlik bilinci köreliyor…
Sadece kendini düşünen, kendini sosyal yaşama kapatan, sığ
ve dar dünyaların adamı olmaya başladık…
Başkasını hesaba katmaksızın hayatı kurgulayanların
İslam’dan ve insanlıktan nasibi azalıyor…
Olayın menfaat boyutu baskın bir unsur… Pragmatik, oportünist,
egoist duygular bencillik marazını derinleştiriyor…
Sadece kendi çıkarını,
başarısını zevkini, keyfini, mutluluğunu, iyiliğini, kurtuluşunu
düşünen, gamsız, kaygısız, ilgisiz, duyarsız, dertsiz yığınlar gün geçtikçe
artış gösteriyor…
Çıkarlar çekişmesinde, çizgiler siliniyor, vicdanlar susuyor…
Nalıncı keseri gibi hep kendine yontan, kuralları kendine
göre koyan ve yorumlayan, keyfi ve nefsi tercihlerle kendini bencilliğin tüm
çirkinliklerine terk ediyor…
Ötekini insan yerine bile koymuyor… Kimseye fırsat
tanımıyor, kapı aralamıyor, yüz vermiyor…
Öteki diye bir derdi olmayan, insafı kurumuş, vicdanı
tükenmiş bir topluma doğru sürükleniyoruz…
Tek kişilik dünyaların adamı çoğalıyor, dünya yıkılsa
umurlarında değil…
“Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister, bir arada
barınamazlar” sözünün ne anlama geldiğini bugün daha iyi anlıyoruz…
“Ahlak, bencilliğin bittiği yerde başlar.” demiş büyükler…
Evet, ahlaksızlık nasıl başlıyor? Bencillikle…
Bugün ümmetin en büyük musibeti, herkesin “sadece kendine
Müslüman” olması değil midir?
Artık ortak acılarımız yok… Kardeşliğe katkımız zayıf…
Mazlum İslam coğrafyasının ıstırabı yüreklerimizde makes buluyor mu? Bizleri
harekete geçiriyor mu? Gündem oluşturuyor mu?
Evet, ne yazık ki Müslümanlar sadece kendine Müslüman…
Hatta cennet hesapları yaparken bile sadece kendi cennetini
düşünüyor… Ateş çukurunun kenarında gezinen gençliğe el uzatmayı aklından
geçirmiyor… Eli kolu bağlı, bireysel bir kullukla teselli buluyor…
Her Müslümanın “davam” diyeceği bir derdi olması gerekmiyor
mu?
Yeryüzünün halifesi olma şerefini biz Müslümanlar, bu
halifeliğin kapsam alanını konuşmamız gerekmiyor mu?
Toplumsal trajedilere, insanlığın yaşadığı dramlara nasıl
duyarsız kalabiliriz?
Evrensel İslami sorumluluklar bizi beklerken, İslam’ı kendi
özelimizle nasıl sınırlayabiliriz?
Mazlumların, Müslümanların sıcaklığına sığınabilmesi
gerekiyor… Eminliğine, merhametine, adaletine güvenmesi bekleniyor…
Diğergâmlığımızla dertlere derman olmak bize düşüyor…
Gel gör ki, aynı kıbleye yönelen bizler, kalplerimizde ortak
kaygılar taşıyor muyuz?
Aynı sloganları atan, “Müslümanlar kardeştir” diyen bizler,
aynı duvarın tuğlaları olabiliyor muyuz?
Aynı Allah’a el açan bizler, aynı duaya “âmin” diyebiliyor
muyuz?
Efendimiz (sav) uyarıyor:
“Sizden
biriniz, kendisi için arzu edip istediğini, kardeşi için de istemedikçe gerçek
anlamda iman etmiş olamaz.” (Buhari)
“Kim nefsinin bencilliğinden korunursa, işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Teğabun-16)