Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2423.37
BIST 100
9738.33
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Sadakatin değeri feda edilenin değeri kadardır

Bir sanatkârın ortaya koyduğu eserler, sadece sanatkârına değil sanatkârı himaye eden ve ona destek veren yöneticilere, içinde doğduğu/yaşadığı topluma da değer katar; isimlerini ebedileştirir. Bu değerde sanat eseri ortaya koyanlardan biri yüzlerce yıl önce İran’da yaşamış olan Hafız-ı Şirazî’dir. Asıl adı Şemseddin Muhammed olduğu halde Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği için kendisine “hafız” denilmiş, Şiraz şehrinde yaşadığı için de edebiyat dünyasında “Hafız-ı Şirazî” olarak tanınmıştır.

Hafız-ı Şirazî, sadece İran edebiyatının değil, dünya edebiyatının da önde gelen şairlerinden biridir. Medresede Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi dini konularda iyi bir eğitim almış olmasına rağmen şiirlerinde dini konulara pek yer vermemiştir. Yazdığı gazellerde aşk temasını işlemiş; sevgiden, barıştan ve mutluluktan söz etmiştir. Ne var ki, yine de zamanın meşhur hükümdarı; Anadolu’yu, Horasan’ı ve İran’ı ele geçiren Timur Lenk’in azarlamasından kurtulamamıştır.

Rivayet edildiğine göre Timur, Hafız’ın yaşadığı Şiraz’ı ele geçirdikten sonra ona Hafız’dan bahsedilir ve huzurunda onun bir gazeli okunur. Gazelin matla beyti şöyledir:

Eger ân Turk-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mârâ

Be-hâl-i hindûyeş bahşem Semerkand u Buhârârâ

“Eger o Şirazlı Türk (güzel) bize gönül verir, iltifat ederse onun siyah benine Semerkand’ı ve Buhara’yı bağışlarım”


Timur gazeli dinledikten sonra Hafız’ı bulup huzuruna getirmelerini emreder. Görevliler kısa bir süre sonra Hafız’ı Timur’un huzuruna getirirler. Timur kızgın bir ses tonuyla Hafız’a,

“ – Bunu sen mi yazdın?” diye sorar.

Hafız, ne olduğunu anlamadan etrafına bakındıktan sonra,

“ – Evet, efendim!” diye cevap verir.

Timur daha bir hiddetlenir,

“ – Bizim binlerce neferin kanını akıtarak fethettiğimiz Semerkand ve Buhara şehirlerimizi nasıl bir güzelin siyah benine bağışlarsın be gafil adam?” diyerek Hafız’ı azarlar.

Hafız, bir Timur’a bir de üzerindeki yırtık yamalı giysilerine bakarak,

“ – Efendim, işte bu yüzdendir; sizin nice saraylarınız, ma’mur şehirleriniz, ipekten ve atlastan elbiseleriniz var; benim ise üstümdeki bu yırtık pırtık elbiselerimden başka başımı sokacak bir evim, ölünce gireceğim bir mezar yerim bile yok” der.

Demek ki, aşktan, sevgiden, muhabbetten söz etmiş olsanız bile yaptıklarınızın, konuştuklarınızın ve yazdıklarınızın muhataplarınız üzerindeki etkisi farklıdır ve nasibinizde azarlanma var ise azarlanır, eleştiri var ise eleştirilirsiniz. Bizler de yazılarımızla dostlarımızı / yöneticilerimizi korumaya, yoğunluklarından dolayı fark edemedikleri bazı hatalı uygulamalara işaret ederek onlara yardımcı olmaya, toplumun gelişmesine, huzur ve refahının artmasına katkıda bulunmaya çalıştığımızda bazen takdir ediliyor bazen de “yakın” dostlarımızın eleştirilerine muhatap oluyoruz. Bu durum bizim için önemli ve değerlidir. Yazdıklarımızın bir anlam ifade ettiğini gösterir. Yapılan eleştiriler daha dikkatli olmamızı, hatalarımızı görmemizi sağlar.

Ne var ki, bu hususta yapılan eleştirilerin önemli bir kısmı yazdıklarımızın yanlış olduğuna yönelik değil, daha çok bizi koruma amaçlıdır. Bu yüzden suya sabuna dokunmamamızı tavsiye ediyorlar. Oysa suya sabuna dokunmadan temizlik olmaz. Hatalarımızı kendimiz görmeli ve birbirimize yardımcı olmalıyız. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” (Al-i İmran: 104) denilerek hayra çağıran ve kötülükten men edenler müjdelenmişlerdir.

Ülkemizde son yıllarda yapılan ve yakın bir zamana kadar hayal bile edilmeyen maddi ve manevi alanlardaki gelişmeleri takdir ediyor ve alkışlıyoruz. Ancak bu başarılar bizi rehavete götürmemeli, yola çıktığımızda belirlediğimiz ilkelerden uzaklaştırmamalı, hedefimizden saptırmamalı ve bizi daha önce kendileriyle mücadele ettiklerimize benzetmemelidir.

Şunu da unutmamalıyız ki, gönüllerde taht kuranlar, dar-ı dünyada bir süreliğine üst makamlarda hüküm sürenler, mal ve mülk biriktirenler, sahip olduklarını kaybetmemek için susanlar değil, hak ve hakikati söyleyenler ve hak bildikleri yoldan sapmayanlar, gerektiğinde sevdikleri (ilkeler) ve sevdaları uğrunda Semerkant ve Buhara’yı feda etmekten çekinmeyenlerdir. Bu hususta Cumhurbaşkanımızın sık sık söylediği “Korkaklar zafer anıtını dikemez” sözü cesaret verici ve ufuk açıcıdır.