Sabır ile sarsılmaz birliğe
15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü birçok anma ve
etkinlikle geride kaldı.
Siyasetçilerden peş peşe gelen açıklamalar kinaye yüklü olmakla birlikte
bazıları direkt olarak suçlayıcı nitelikteydi.
Üzerinden 6 yıl geçen Hain Darbe Girişimi’ni küçültmeye
çalışmak beyhude bir çaba olur.
Nasıl ki 28 Şubat Post Modern Darbesi bin yıl sürmesi
planlanan bir darbe ise nasıl ki 12 Eylül İhtilali öyle
ise 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi de Türkiye’nin gidişinden
rahatsız olanların kendince bir balans ayarı vermesiydi.
Ülkedeki işbirlikçiler bitecek gibi değil.
Belki bunun sebeplerinden biri de kaynak dağılımını doğru yapamamak ya da
demokrasiyi tüm kılcal damarlara iletememektir.
Bir şekilde, ülkemiz kendi içinden ürettiği düşmanların maşa olarak
kullanıldığı bir düzeni tekrar ama tekrar olarak yaşayıp duruyor.
Dışarıdakinin bu maşayı kullanmak istemesi ile yükselen
Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermeyi amaçlamasını anladık.
Ülkenin düşmanlaştırma politikalarından uzaklaşarak ya da
yabancı istihbarat örgütlerinin dernek, tarikat vs. ile
kurmaya çalıştığı dışarı bağlantılı yapılarına müsaade ederek düzenin daha ne
kadar bu şekilde gideceğini sorgulamayalım mı?
Ne baskıcı, totaliter ne de tamamen vurdumduymaz olmadan
bu meseleyi çözemez miyiz?
Çözülür elbet ama Türkiye’nin sorunlarını kabul etmesi ve kulağının üzerine
yatmaktan vazgeçmesi burada en önemli olan mesele...
Kahramanlık destanları ile dış güçlerin oyunları arasında
sıkışan bir psikoloji dayatarak ülkenin servetini adilane paylaşmama durumu
sürdürülebilir olmaktan uzak bir yapıyı hepimize dayatıyor.
Şeffaflık, hesap verebilirlik olması çok önemli.
Bir de politikaların topluma gerekçeleri ile anlatılması
gerekiyor.
Ben yaptım oldu, anlayışının kimseye bir faydası yok.
2023 seçimleri yaklaşırken muhalefet kanadının; Ben yapacağım
olacak, anlayışına vatandaşın ilgi göstermemesi, tüm yaşanan ekonomik
zorluklara rağmen dikkat çeken bir kırılma aslında...
Tabii gören gözlere, duyan kulaklara böyle...
Türkiye’nin merkezinde yer alan devlet refleksi hâlâ orada
bir yerde yavaş yavaş ilerlemeye devam ediyor.
Ama üzerindeki oyunları bahane ederek Abdülhamit’ten bu yana
tüm iktidarlarla vatandaşı işin içine çekmeme anlayışı da işte bu devlet
refleksinin bir getirisi...
Bunları aşacak olgunluğumuz var, eksik olan şey ise cesaretimiz...
Kılıçdaroğlu’nun hellaleşme çıkışını 28 Şubat mağduru
bir öğretmene dayandırması anlamlı ama daha birçok mağdur var.
Bunları görmek gerek...
Yapılanlar sadece bir seçim yatırımı olmamalı...
Öte taraftan Alevilik üzerinden yapılan korkunç
ötekileştirmeye ise diyecek bir şey bulamıyorum.
Alevi denilen Tunceli’nin Ovacık Belediye Başkanı olarak
kabul gören Fatih Mehmet Maçoğlu’nun şehrine, işçilerle birlikte
parke taşları döşemesini "sahalara oynama olarak görmeyen
halk" Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarında da aynısını görüyor mu?
Benim Türküm, Alevim, Kürdüm, Lazım, Rumum, Ermenim ve
daha nicelerini eğer ben sahiplenmezsem HDP’nin, PKK’nın
ya da adı bilmem ne olan yurtdışında uzantılı işbirlikçilerin çözümlerine
hapsetmiş olmaz mıyım?
15 Temmuz’dan bu yana geçen 6 yılda, ulusal birliği artırmak için atmamız gereken
adımları demokrasiden ayrı görmememiz gerektiğini anlamak zorundayız.
İkisinin birbirini desteklediği ama samimiyetin merkeze alındığı,
birbirimize karşı dürüst olup özellikle devlet görevi olanların büyük sabırlar gösterdiği
aşamaya çok hızlı geçmeliyiz.
Bizim devlet geleneğimiz şefkat merkezlidir.
Aynı anne, babanın beslediği şefkat gibi...
Evladı en kötü yola düşse bile ona kucak açan ana babanın yaptığını yaparak
devlet refleksini harekete geçirecek siyasi iradenin Türkiye’nin daha aydınlık
bir geleceğe kavuşmasına büyük katkısı olur.
Yoksa elimizde Osman Kavala gibi meselelerde anlamak
istediği gibi anlayan Avrupa Konseyi’nin ve AİHM’in
bize layık gördüğü adalet ile Beyaz Saray eski Ulusal
Güvenlik Danışmanı John Bolton’un başka ülkelerde darbe planlamalarına
yardımcı olan tutumundaki dostluğundan başka bir şey kalmaz.
Farkında varmak ve kolları sıvamak gerek...