Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.16
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Şubat 2020

Rüzgâra söylediğimiz…

1-)Gecenin kapısı açıldı. Gözlerimizin önüne bir yığın kelime bıraktı hayat. Yükselince kaygılarımızın eşiği, eğilip toplamaya mecâlimiz kalmadı. Eskiden insanlar sözcükleri ararmış, şimdi sözcükler arıyor elleri; sözcükler, yerleşmek için gönülleri… Sıcak bir kahvenin dumanında, yorgunluğumuzu dinlendirmeye çalışırken “onun da beni sevmesini istiyorum.” dedi dostum. “Öyle ise aşka efendi olma çabasındasın oysa o, esaret ister insandan.” dedim. Kendini bildiğinden bu yana sevdiğini söyledi. Sevdikten sonra kim bilebilirdi kendini?

Yedikçe yiyesi gelmez insanın, içtikçe diner susuzluğu. Oysa muhabbet, iştiyak, hasret, merhamet gibi duygular, yaşadıkça eksilen şeylerden değildir. Samimiyse karşılık beklemez. Sahibini yaktıkça çoğaltır ondaki varlığını. Kimse bilmez.

Sevgiyi ziyadeleştiren bir gönül merhameti de besler. Hasreti tanıyan bir rûh, hassasiyeti de kabul eder. Zarafete râm olmuş bir can, ıstırabını duyar kâinatın. İnsan tarafından daima suçlanan çağın, eline mum alarak insanda aradığı keyfiyetler hepsi… Hâlbuki sevdikçe seven, bekledikçe bekleyen, özledikçe özleyen bir fıtrat üzerine inşâ edilmişti insanoğlu. Bunlar mananın çocuklarıydı. Öyle ise mânevî ihtiyaçların giderilmesi, maddi açlığın doyurulması ile ilintili değil. Çünkü beden, kalbi ve ruhu karşılamaz. Belki de burada başlar huzursuz yanılgımız. İçimizi beslemek için satın aldığımızı düşündüğümüz şeylerin, onu çürütmeye başladığını görmek, azaltır bizi…

2-)Duanın başucunda sabaha kadar beklemek ve “Allah’ım ömrüme bir bilmek ve bilmeyi istemek kıymeti iliştir.” diye seslenmek ne güzeldir. Ne güzeldir kaygı duyan, sancı çeken, kucaklayan bir ilimle buluşabilmek. İki ayrı derslik, iki ayrı ses... Kabz ve bast hâlinin iki ayrı yansıması. Birinden çıkarken “bugünü de tükettik” fikriyle içi titreyen talebenin, diğerine girerken “bugün de bitse” kılıcını kuşanması. Zamanı dolu dolu duymak isteyen kalbine, inşirah suresi okuması…

Ülküsünü, inancını, sevdasını, heyecanını, kavgasını yolda düşüren insandan ne kalır geriye? Ne kadar yüksek bir ilimle donanmış olursa olsun, sözü tesir bırakır mı muhatabının göğsünde? Susmayı bilmeyen, kuşanabilir mi vakarını kelimenin?

Bir gâye uğruna yaşayanların pek çoğu dünyadan erken ayrıldı fakat ölmediler. Erken ayrıldılar çünkü dünya ile rabıtalarını kesecek bir derinliğin içine girmişlerdi. Kendilerini kenara koyarak yaşadıkları bu duyarlılık ve hassasiyet hâli, onların sığ yüzeylerde gezinmelerine daha fazla müsaade etmedi. Ölmediler; çünkü sadrımızda yürüyen, yürüdükçe büyüyen, büyüdükçe keşfedilmeyi daha çok bekleyen bir okuma bıraktılar bize. Sözleri, gittikten sonra daha çok, daha çabuk büyüdü. Kavgaları sahiplenildi, çileleri saygı gördü. Okudukça yaşatacağız, okundukça yaşayacaklar ilimlerinin, güzelliklerinin heybetini taşıyanlar…

3-)Ezan sesi. Zaten paramparça olmuş uykularımızdan feragat etmemizi isteyen serin çağrı. Gecenin, günü karşılamadan önceki son karanlığında selim bir secde, taze bir dua. Bir sabahın daha kıyısında, bir şans daha… Bu ses, eline bir silgi alarak ruhumuzdaki yorgunlukları silmeye, bir şeylerin değişmeyeceğine olan ümitsizliğimizi tutup omuzlarından sarsmaya muktedir gibi… Bir gün daha; kırdığımız bir kalbi onarabilmek için, bir insana umut götürebilmek için, bir kelimenin daha varlığından haberdar olabilmek için, anlatabilmek ve anlayabilmek için, çocuklarımızın gönlüne bir tohum daha bırakabilmek için… Daralan gönlümüzün karşısında umut hep ve hâlâ…

Selam ile