Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Haziran 2015

Rüya ve Hakikat

Yeşilay İşhanı'ndan içeri giriyordum. Kapıda Mehmet Kaplan hocamı gördüm. Aynı yüze, benzer duruşa sahipti, fakat bir 20 yıl kadar yaşlanmıştı. Yüzündeki sevimli kırışıklıklar artmış, hareketlerine ağırlık gelmişti. Heyecanla, "Merhaba hocam, yardımcı olabilir miyim?" dedim. O muzip, zekice ve delici bakışlarını bana çevirdi, tebessüm etti, koluma girdi. Beraber merdivenlerden çıktık. "Ezel Bey'i ziyarete geldim." dedi. Ezel Bey, bu handa mıydı, bilmiyordum. Ben bir altımızdaki handa sanıyordum Dergah Yayınları'nı. İtiraz etmedim, çıktık. İslam Ansiklopedisi ve Edebiyat Vakfı katlarını geçtik, Yeşilay Cemiyeti'ni de geride bırakıp son kata geldik. İçeri girdiğimizde Ezel Bey bizi kapıda karşıladı, Kaplan Hoca ile dostane bir şekilde kucaklaştılar. Sonra şark odası gibi tezyin edilmiş salona geçtik. Burası meğer Dergah'mış. Sedire kurulanlar ve yere çömelenler loş ve geniş salonu dolduruyordu. Bir kenarda Cemil Meriç bağdaş kurmuştu, öte yanda Ahmet Kabaklı bir ahşap iskemlede oturuyordu. Arada Mehmet Çınarlı'yı hayal meyal fark ettim. Başkaları da vardı, ama yüzlerini seçemiyordum. Kaplan Hoca oturduktan sonra hal hatır faslı başladı, sonra sohbete geçildi. Daha ziyade Hoca konuşuyor, diğerleri dinliyordu. Ben ise bu büyük hocaların içinde mahcup, çekingen ve heyecan içinde anlatılanlara kulak veriyor, bir nebze istifade etmeye çalışıyordum. Konuşmalar, ilme, sanata, edebiyata ve medeniyete dairdi. Bu hal böyle ne kadar devam etti bilmiyorum ama bir ara kalktım ve aşağıya indim, Çarşamba sohbeti başlamıştı. Dinledim. Toplantının ardından yukarı çıktım tekrar. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Bir de baktım ki az önce oturduğum katta hiç kimsecikler yok! Ne o üstatlar, ne o sedirler, ne de o ilim ziyafetiu2026 Büyük bir hüzünle, biraz da esefle, içim buruk vaziyette geri döndüm. Ama o kısacık buluşma bile bana yetmişti.

Bu rüya uzun zamandır içimde biriktirdiğim düşünceleri seslendirmeme vesile oldu. Evet ne yazık ki biz toplum olarak artık büyük sanatkarlarımızı ihmal etmeye başladık. Çok fazla siyaset konuşuyoruz. Kültür sohbetleri, siyasi konuşmaların zekatı bile değil. Gereksiz laf atmalar, tartışmalara, münakaşalar kalp kırmalara ve derin küskünlüklere dönüşüyor. Eserlerini büyük bir heyecanla okuduğumuz yazarlarımızı kaybediyoruz, şehirlerimizi yitiriyoruz. Şehir yazarlarımız buharlaşıp gidiyor. Sanatımıza sahip çıkan estetik yazarlarımıza gereken değeri vermiyoruz. Bir toz duman içinde asıl meseleler güme gidiyor. Bu hazin yitirişlere, biraz da hararetli tartışmaları sütunlarına taşıyan ve dur durak bilmeyen cengaverler (!) sebep oluyor. Gönül bağları kopuyor, yürek telleri inceliyor ve toplum olarak kendimizi kaybediyoruz.

Halbuki biz böyle değildik. Ecdadımızdan aldığımız güzellikleri gelecek nesillere taşıyorduk. Mimaru00ee mirasımıza sahip çıkıyor, yıkılmış mescidleri, unutulmuş camileri, köhnemiş medreseleri yeniden ihya ediyorduk. Bir diriliş hareketi başlamıştı. Şimdi artık külliyelerde siyaset ağırlıkta. Kitap medeniyetimiz arka planda, irfanımız gözümüzden de gönlümüzden de ırakta. Sadece bedenlerimizi değil, kalplerimizi de, ruhlarımızı da berrak sularda yıkamalıyız. Özümüze samimiyetle dönmeliyiz.

Huzur yerine kaosu seçiyoruz, riyayı samimiyete tercih ediyoruz. Gül uzatmamız gereken insanları taşlıyoruz. Ümmet şuurunu yitirdik, acımasızca katledilen, vatanlarından sürülen, çoluk çocuk perişan olan Müslümanlara olan merhamet damarımız kurudu. Hani muhacirler vardı, hani ensar onları sevgiyle bağrına basardı. Okuduklarımız başka yaşadıklarımız farklı. İslam tarihindeki gerçekleri hatırlamıyoruz bile. 'Muhabbet fedaileri" olacaktık güya, nefret tohumları her geçen gün içimize daha da çok düşüyor. Dünyaya nizamat verecek bir neslin ahfadıydık. Siyasetin kötü tarafından beslenen kulaklarımız artık ayet ve hadislerden ziyade uyduruk adamların talimatlarını dinler oldu. Gözlerimiz masumları, mağdurları ve mazlumları değil sadece bizim gibi düşünenleri ve bağıranları görüyor. Bir gayya kuyusuna düştük ki içinden çıkamıyoruz, yol gösterenleri de önemsemiyoruz.

Medar-ı maişet motorunu yüzdürebilmek için para elbette önemli. Ama bu kadar da maddiyatçı olmamalıydık. Camilerin minarelerini bile alçakta bırakan binalarımız kat kat yükseliyor, ama bunları estetikten uzak, kütüphanelerden mahrum etmemeliydik. Televizyon, cep telefonu, internet, sosyal medya elbette kaçınılmaz, ama biz seccadeyi, kitabı ve sohbeti unutmamalıydık. Tartışma programları pek cazip lakin Ramazanlarda camileri yetim bırakmamalıydık.

Şükürler olsun ki hiçbir zaman ümitsiz değilim, olmayacağım da. Ama genç kardeşlerimiz Mahir İz'in izinden yürümeli, Bahaeddin Özkişi'den mahrum kalmamalı. Yılkı Atı'nı okumalı, Safahat derslerini yapmalı, Samiha Ayverdi'den istifade etmeli, "Süleymaniye'de Bayram Sabahı"nı ezbere okuyabilmeliler. Nurettin Topçu ne demiş, Cemil Meriç neyi fısıldıyor, Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi'ni nasıl olur da bu kadar güzel tasvir edebiliyor, merak etmeliyiz. Üstatları okumadan çiziktirdiği iki üç dizeyi şiir sanan ve sayan, aramızda büyük şair edasında dolaşan gençlerimize bu gurur yakışmıyor. Necip Fazıl'ın çilesini çekmek, Serdengeçti'nin gayretini görmek, Erol Güngör'ün derinliğini fark etmek, Süheyl Ünver'in himmetini düşünmek, Ali Fuad Başgil'in prensiplerini dinlemek, Fethi Gemuhluoğlu'nun coşkusunu yaşamak, Ziya Nur'un ümidini beslemek, Sezai Karakoç'un vakarını anlamak ve Ahmet Kabaklı gibi çalışmak gerekiyor. Bizi eserleriyle yetiştiren, fikirleriyle besleyen üstatlarımıza yeniden dönme vaktidir. Yeni okumalara başlamalıyız. Daha önce okuduklarımızı yeni bir ruh, anlayış ve şuur içinde gözden geçirmeliyiz. Mübarek Ramazan'ın bu hayırlı dirilişe, uyanışa ve yükselişe vesile olmasını diliyor, bana bunları düşündüren Mehmet Kaplan Hocamı da rahmetle anıyorum.