Ruhumuz arkada kaldı
Bir Afrika atasözü der ki, “O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhumuz arkada kalıyor.” Ne oldu bize böyle? Neler yapıyoruz? Dahası, nereye koşar adım gidiyoruz? Depremden bile hızlı koşuyoruz? Bir deprem ile sarsıldık, yıkıldık, yerle yeksan olduk, her yanımız ölüm, kan, hüzün, yara bere içinde... Lakin depremden daha hızlı koşmaya devam ediyoruz. Daha depremzedeler enkaz altındayken, onlar yaşamla ölüm arasında mücadele ederken, kurtulanlar yağmurla, soğukla uğraşırken, biz ise depremin vurduğu kentlerdeki yol güzergâhındaki dinlenme tesislerinde yemeklerin fiyat etiketlerini değiştirmekle meşgulüz. Ola ki şehrimize gelirler diye kiraları arttırmak için birbirimizle yarışıyoruz. ‘Gün, bu gündür!’ diyerek stokladığımız ürünlere fiyatları bindiriyoruz. Dünyalık malların fırsatçılığında adeta birbirimizle yarış haline giriştik. Fırsatçılıktan geçtim, bir de fesatlık işin içine girince değme kısa yoldan zengin olmaya çalışanların keyfine.
Zengin olmak
derken, zenginliği de yanlış anlamışız bir Müslüman olarak. Gerçek zenginliğin
ahirette olduğunu artık sadece sözlerimizden duyabilirsiniz. Eylemlerimizde
hepimiz bu dünyadaki zenginliği istiyoruz. Biz peşini seviyoruz. Ki böyle
olduğumuzu Yüce Allah da bildiği için Kutsal Kitabımızda bizi uyarıyor: “Şu
insanlar bu peşin dünya hayatını arzulayıp, önlerinde kendilerini bekleyen o
ağır günü ihmal ediyorlar.” (İnsan Suresi, 27. Ayet)
‘Gayba iman ettik!’ derken, görünene taptığımızı gizlemeye
çalışıyoruz. Dünyanın peşinden o kadar hızlı koşuyoruz ki, ruhumuzun arkamızdan
feryat figan edişini duyamıyoruz. Peşin olanı isterken peşine düştüğümüz dünya
ansızın bizi sırtından attığı zaman hakikati anlayacağız, lakin o zaman da iş
işten çoktan geçmiş olacak.
Bugünümüze dönüp
baktığımız zaman yüksek binalar dikerken topraklarımızı küçülttük. Yatay
özgürlüklerden kaçarak dikey esaretlere kendimizi hapsettik. Taşı taş üstüne
kurarken mezarımızı mezar üstüne yaptığımızı fark edemedik. Depremden sonra bir
arkadaşımızın espri niyetiyle söylediği söz aslında içinde bulunduğumuz durumu
özetliyor: “Depremde aşağıya indik,
apartmandaki komşularımızla tanıştık, aslında iyi insanlarmış!” Espriyle
karışık söylenen bu söz aslında özümüzden ne kadar uzaklaştığımızı gözler önüne
seriyor.
“Komşusu aç iken, tok yatan
bizden değildir”
buyuran Peygamber’in ümmeti olarak komşularımızdan habersiz yaşar olduk. Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar
görmediği kişi olması gerekirken, şimdi zalimlikte birbirimizle yarışır
hale geldik.
Adına hız ve haz
çağı dediğimiz bu zamanda durum böyle olunca yaşadıklarımıza ruhumuz yetişemez
oldu.
Böyle bir deprem
dahi bizi kendimize getirmeye yetmediyse, söyleyin Allah aşkına, daha neyi
bekliyoruz? Akıllanmak, akletmek, aklımızı başımıza almak, yeniden iman etmek
için daha nasıl bir işaret bekliyoruz?
Yüce Allah’ın
Zilzal Suresinin son ayetlerinde “Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik
yapmışsa, onu görür. Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür.”
dediği kıyamet gününü unutarak zerresi bir yana kötülüğün tonlarcasını
sırtlayarak bu gidişimiz nereye?
Allah, canlarımız,
mallarımız karşılığında bize cenneti vermek istiyor. Biz ise Kur’an-ı Kerim’i
tersten yaşayarak cennetten vazgeçerek bu dünyada malımızı, canımızı çoğaltıyoruz.
Fırsatçılık
kavramını iyi anlamda idrak edip, krizleri fırsata çevirebilmek adına dünyalık
malları verip ahireti kazanmak dururken, ahlakımızı satarak dünyalık malları
kazanıp zengin olduğumuzu düşünmek hangi ticaretin kar etme kuralıdır, sorarım
size! Bu ticaret bizi sırattan geçirir mi?
Acıyla yoğrulan bu
coğrafyada, yaralara merhem olmak yerine, yeni bir acıya neden olmak içimizi
acıtmıyorsa, kendimiz acınacak hale düşmüşüz ve bunun farkında dahi değiliz
demektir. Bu halimizin farkına varmak adına içinde bulunduğumuz Mübarek Ramazan
ayını fırsat bilelim ve tövbe ederek pişmanlığımızı kabul ederek yeni bir sayfa
açalım. Aksi takdirde bu hızlı gidişimizin son durağında karşılaşacağımız hazin
sondan kurtulamayız ve arkada kalan ruhumuzun bize hüzünlü bakışında
kalakalırız.