Ruhsuz eğitim sistemi
Eski Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk; “Şimdi bakın Ful ve Bright ne güzel isim değil mi? Koyarken düşünmüşler. Fulbright Komisyonu şehir efsanesi değil, bu ülke efsanesidir. Gerçekten bir şey yapıyorsak bunu biz yapıyoruz” demişti.
Ardından bir yazı kaleme alan ilahiyatçı yazar Hayrettin Karaman da, İsmet İnönü
yönetiminde gerçekleşen bu anlaşmanın maddelerini yazdıktan sonra şöyle
demişti; “Benim bu maddelerden anladığım
karşılıklı bilgi, tecrübe ve araştırmacı mübadelesinden ibaret.”
Hayrettin Karaman sonra bu anlaşmayı Milli Eğitim’in beyni
mesabesindeki bir kurumda itimat ettiği bir zata sormuş.
Onun da cevabı şu şekilde:
“Ben yıllardır bu
dairede program, müfredat, kitap konularıyla meşgulüm, bizim üstümüzde böyle
bir sözleşmenin gölgesi mevcut değildir, tamamen hür olarak çalışıyoruz.”
Ülkedeki bir bakanın, üst düzey bir milli eğitim
bürokratının ve ilahiyat dünyasının hatırı sayılır simalarından birinin
görüşleri bu doğrultuda. İlginç, İsmet İnönü’nün CHP’sini masum görüyorlar.
Ve korkarım böyle düşünen azımsanmayacak bir kitle var.
Oysa 1947-49
yıllarında Sovyet tehdidine karşı Türkiye’yi bölgede kullanmanın ilk adımı olan
Truman doktrini ve Marshall planı çerçevesinde yapılan parasal yardımlar
karşılığında imzalanan bir anlaşmadan bahsediyoruz.
Bakmayın siz Sayın Bakan’ın “Ful ve Bright ne güzel isim değil mi?” dediğine. Senatör William Fulbright, özellikle Latin Amerika ülkelerinde bu tür
projeleri ile bilinen sömürgeci bir isimdir. Ve bu anlaşmanın da mimarlarından
biriydi.
Kim ne derse desin o dönem bu komisyonun görevi, Türk
çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani
programını belirlemekti. Yani bu ülkenin
çocuklarını Amerikancı yapmaktı.
Sevgili dostlar
sorarım size, son elli yıldır bu ülkenin siyasetine, iş ve sanat dünyasına,
medyasına, mahkemelerine hatta güvenlik güçlerine sızan CIA eğitim alanını
neden boş bıraksın?
Sırf başında “milli” yazıyor diye bu alana müdahale
edilemeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Yıllardır bu ülkede
yaşanan toplumsal çürümenin, ultra ırkçılığın, marka düşkünü tüketici bir
neslin, Amerikan kültürünün gittikçe yaygınlaşması size bir şey ifade etmiyor
mu?
İnsanları tarihinden, kültüründen, dilinden, bilincinden
koparan bu kolektif sürgüne yani kopuşa neye borçluyuz?
Bugün Türkiye’de hala
Amerikan zulmüne ve İsrail’in soykırım planına sessiz kalanlar varsa her geçen
gün küresel düzenin tuzağına düşüyorsak bunu nasıl anlamlandırmayız?
Günümüzün aşırı hızlanmış modernitesinde, önceden öğrenilmiş
yeterli ve kaliteli bilgiye dayalı neden kendimize yeni bir dünya inşa
edemedik?
Ve bu durum yaşanan toplumsal bir ölüm ilanı değil midir?
Aldığımız eğitim
kadar kendimize küçük küçük dünyalar inşa ettik. Ama hiçbiri yaşanmaya değer
olmayan sahicilikten uzak dünyalardı bunlar…
Mal, mülk, makam dünyası, duyularının esiri haline gelmiş
hırsın dünyası, servet ve şehvet tutkusunun zirve yaptığı haz dünyası ve çağdaş
dünya!
Kendimizin kendimiz
için çizdiği bir yolu olmadı bizim. Düşünebiliyor musunuz, henüz nasıl bir
insan yetiştirmeye dair en ufak bir fikrimiz bile yok.
Üstelik bu çürümeden de asla rahatsız değiliz. Öyle olsa
bugün eğitimin sahici sorunlarına el atar ve bu meseleyi esastan tartışırdık.
Gallup’un son yaptığı
araştırmaya göre ülkemizde vatanseverlik oranında bir düşüş gözlemlenmiş ancak
eğitim sistemimiz “dünya vatandaşlığını” temel alan WEF ve UNICEF gibi küresel
örgütlerin ışığında yeni müfredatlar hazırlamaya çalışıyor.
Evet, sıralarımız, masalarımız, akıllı tahtalarımız,
dersliklerimiz, torpilli idarecilerimiz, bir asker gibi nöbet görevini
aksatmayan öğretmenlerimiz ve üniformalı öğrencilerimiz var. Ancak bu sistemin kendine özgür bir felsefesi
ve ruhu yok. Bilmem anlatabiliyor muyum?