Ruhlara nakşedilen aşk
“Yaşamak ve yaşatmak için paradan öte şeylerde vardır” anlayışıyla hareket
eden Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş., gelecek nesillere kaynak eserler bırakmak
amacıyla “Sanatın ve Sanatkârın İzinde”
isimli eseri okuruyla buluşturdu. Kurumun, medeniyetimizin kültürel mirasına
sahip çıkmak gayesiyle yayın hayatına kazandırdığı yeni prestij eseri “Sanatın ve Sanatkârın İzinde” serlevhalı
kitabı oldu.
Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Sanat
Danışmanı ve Araştırmacı-yazar İbrahim
Ethem Gören tarafından yayına hazırlanan kitabın temelini, sanatkâr ve zanaatkârla
bugüne kadar yapılan 240’ın üzerindeki mülakat ve yazılar oluşturuyor. Kuveyt Türk
Katılım Bankası A.Ş. Kültür Yayınları Dizisi’nin 9’uncu eseri olan kitapta, bir
taraftan kadim geleneğimizi yansıtan 30 sanat ve zanaat dalıyla ilgili özgün
bilgilere yer verilirken, diğer taraftan ise yaptıkları eserlerle ve
yetiştirdikleri öğrencilerle bilgi ve birikimlerini bugünden yarına miras
bırakma gayretinde olan sanatkârlarla yapılan söyleşilere ve sanatkârların
birbirinden eşsiz eserlerine yer veriliyor. Okurlar ustaların gönül evlerinde
yaşattıkları ahilik kültürünün ve fütüvvet ahlâkının umdelerini hâl ve kâl lisanıyla
talebelerine nasıl aktardıklarını gözlemleme fırsatı buluyor.
Sanata ve sanatkâra dair söyleyecek sözü olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Tezhip Ana Sanat Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Taşkale, Dr. Seyfettin Kurt, genel koordinatör Dr. Bekir Cantemir, editör Sibel Cantemir, tasarımcı Yüksel Yücel, kaligraf Bünyamin Kınacı, fotoğraf sanatkârı Ahmet Bilal Arslan ve Dr. Ebubekir İnan gibi önemli isimlerin de katkıda bulunduğu “Sanatın ve Sanatkârın İzinde” adlı eser, “sanat, altın bileziktir” ifadesinin ne anlama geldiğini zengin içeriğiyle bir kez daha hatırlatıyor.
*
Zanaat, bir insanın el ve zihin yetenekleriyle hayatın
ihtiyaçlarını çözme becerilerinin tümüne
verilen isimdir. Sanat ise günümüzde
bir duygunun, tasarımın, güzelliğin başka insanlara aktarılması eylemidir.
Sanat, hattan ebruya, tezhipten
kilime, müzikten tiyatroya, mimarlıktan edebiyata estetik duyarlılığın, bir
düşünüş ve zekâ formunun yetenekle diğer insanlara aktarılması olarak da
tanımlanabilir. Müslüman toplumlarda evden camiye, kütüphaneden medreseye
gündelik hayatta yer alan birçok malzeme sanat ibriğinden süzülerek hayat
bulmuştur.
Sanat; Kâbe’nin örtüsü, Mescid-i
Nebevî’nin yeşil kubbesi, Ulu Camii’nin taç kapısı, Selimiye’nin minaresi,
gelinlik kızın işlemesi, Üstad Necip Fazıl’ın “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; / Marifet bu, gerisi yalnız
çelik-çomakmış...” dizesi, velhasıl sanatkârın kalbindeki kor, alnındaki
terden mülhem olandır.
Zanaat beceri, sanat zerâfettir. Sanat; annenin yavrusuna ninnisidir... Sanat; sestir, nefestir, gelecek nesle
bırakılacak en kutlu mirastır. Dünyada parayla satın alınamayacak ve para için
yapılamayacak şeylerden biri de sanattır. Çünkü sanat para değil, aşk işidir.
Aşk ise Allah içindir. Aşkla yapılan eserler ilahi ilhamlarla bezelidir; nereye
yönelseniz BİR’i, nereye baksanız NÛR’u görürsünüz. İşte bu yüzden Ahlatlı Hürrem Şahlar, Ahmed Nakkaş
el-Hılâtîler, Ahmet bin İbrahim el
Tiflisîler, Ahmet bin Muhammedler, Mevlânâlar, Yunuslar, Sinanlar, Bâkîler, Nâbîler, Itrîler, Kazasker
Mustafa İzzet Efendiler, Âkifler
kolay kolay yetişmiyor.
Sanatlarımıza çok büyük
hizmetleri geçen müzehhibe Fatma Rikkat
Kunt hanımefendiler, hat sanatının beyefendisi Prof. Dr. Ali Alparslanlar, hat sanatının mektepli ve alaylı
ustası, hocaların hocası Dr. Hüseyin
Gündüzler, katı’, ebru ve tezhip sanatlarımızı en iyi bir şekilde temsil
eden Ahmet Çoktanlar ve dahi eser ve
isimlerini “Sanatın ve Sanatkârın İzinde”
görüp hayretlere gark olacağınız daha nice mümtaz şahsiyetler kolay yetişmiyor.
Sanatçılarımız yüzyıllardır süren
geleneği ihyâ ederken bizlere düşen görev, bu sanatları hayatımızın bir parçası
kılarak sanatın ve sanatçı emeğinin devamını sağlamak, hayatımızı estetikle
güzelleştirmek ve bu değerlerimizi gelecek nesillere aktarmaktır.
*
Unutulmamalı ki, Klasik
İslâm-Türk sanatlarının tamamında ustalık
hocadan öğrenilir. O usta ki, bildiklerinin tamamını saklamadan
öğrencilerine öğretendir. “Malın zekâtı
kırkta bir; ilmin zekâtı yüzde yüzdür” denilmesinin hikmeti de bu
mesuliyetin gereğidir. Nitekim Kıbletü’l-Küttâb unvanının sahibi Şeyh Hamdullah, yazıdaki muvaffakiyetin
sırrını, “Gözlerimi hocamın eline ve
kalemine, kulağımı diline, gönlümü yazıya verdim. Bir harfi en güzel yazıncaya
kadar bıkmadan, usanmadan yazdım, yazdım, yazdım…” ifadesiyle özetler.
Peki geleneksel sanatlarda usta
ne demek?.. Usta demek; ömür
sermayesini harcadığı yolda halka ve Hakk’a mâl olmak için sırat-ı müstakîm
üzere olmak demek. Usta demek;
kendine tevdî edilen emanete sahip çıkarak bihakkın insan-ı kâmile erişmek
demek. Usta demek; bütün
çirkinliklerden arınarak sâlih bir kalbe ve düzgün bir duruşa erişmek demek. Usta demek; hamlıktan pişmeye, pişmekten
yanmaya durmak demektir.
Hâsılı usta; Şeyh Hamdullah’tır, Matrakçı
Nasuh’tur, Şah Kulu’dur, Kara Memi’dir,
Hafız Osman’dır, Ali Üsküdârî’dir,
Mustafa Râkım Efendi’dir, Sami Efendi’dir,
Necmeddin Okyay’dır, Ahmet Süheyl Ünver’dir,
Fatma Rikkat Kunt’tur, Mustafa Düzgünman’dır,
Hamid Bey’dir, Ali Alparslan’dır ve
isimlerini andığımız ve anamadığımız merhum ustalarımızın açtıkları kutlu sanat
yolunda emin adımlarla yürüyen gönül dostu sanatkârlardır.
*
Ustalık; tevekkül, sabır ve ter gerektirir!.. İslâm-Türk sanatlarında ustalığın nişânesi icazettir. Hat sanatı
tarihinde ilk icazetnameyi İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal “Tuhfe-i Hattâtîn” isimli eserinde Mısırlı hattat Abdurrahman b.
Yusuf b. es-Sâiğ’in verdiğini beyan eder.
Muvafık görmek, izin-ruhsat vermek, müsaade etmek, münasip bulmak vb. manaları hâvî olan icazet/icazetname, geçmişte olduğu gibi günümüzde de öz sanatlarımızın aslî unsurlarıyla birlikte klasik usûller ustadan çırağa, hocadan talebeye aktarılması neticesinde öğrencinin sanat ve ruh inceliği bakımından ulaştığı mertebeye, ustalık makamına işaret etmektedir.
İcazet, sanatı hakkıyla öğrenen
ve icra etmeye hak kazananlara verilir. Bu yönüyle
icazet hocanın talebesine itimadıdır. İcazetle sanatın künhüne varılmış olmaz. Bu yüzden icazet yeni bir başlangaçtır. Hattat
yazdıkça, göz nûru döktükçe yazıyı kemâl mertebeye ulaştırır. İcazetin mânevî mesuliyeti vardır. İcazetname
alan kişi, hocasından tevarüs eden tüm sanat birikimini olduğu gibi, milimi
milimine, hüvesi hüvesine talebelerine aktarma mesuliyetini de yüklenmiş olur.
Çağlar sonrasında hatırlanabilen sanatkârlar,
eserlerine kendi yorumunu, sanat neş’esini ve şivesini katabilenlerdir. Şahkulu,
Karamemi, Abdullah Buhari, Ali Üsküdârî, Matrakçı Nasuh, Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mustafa Râkım, Sami Efendi, Şefik Efendi gibi üstadların asırlar sonrasında
hâlâ eserleri üzerinde konuşulan ve sanatlarından gıpta ile bahsedilen ekol
sahibi zatlar arasında olmalarının sebebi bu veçhiledir.
*
408 sayfasının tamamı emek,
zerâfet ve aşk kokan “Sanatın ve
Sanatkârın İzinde” isimli eserde Hüsn-i
Hat, Tezhip, Minyatür, Ebru, Cilt, Katı’, Kalemişi, Dinî Türk Mûsikîsi, Çini,
Seramik, Tesbih, Naht, Ahşap Oyma, Kündekârî, Sedef Kakma, Bakır Kakma, Mücevher Tasarımı ve Tezyinatı, Vitray,
Sıcak Cam Sanatı, Cam Süsleme, Dival işi / Maraş işi, Tel Kırma/
Bartın işi, Bosna Kilim Sanatı,
Yazmacılık, Keçecilik/Tepme Keçecilik,
Bastonculuk, Kaligrafi, Geleneksel
İpek Dokumacılığı, Kitre Bebek Sanatı
ve Yaprak Oyma gibi 30 sanat dalına ve bunların günümüze kadar ulaşmasına
öncülük eden birbirinden mümtaz sanatkârların sanat anlayışları, alın terleri,
ustalıkları ve eserlerinden örnekleri okudukça âdeta yitiğini bulmuşçasına
sevinecek, medeniyetimizin nasıl bir zenginlik üzerine inşa edildiğine dair
fikir sahibi olacaksınız. Daha doğrusu medeniyetimizin “yitik hazineleri”ni yeniden keşfedeceksiniz.
Bazen aşk ikliminde vücut bulan
bir celî sülüs elifin önünde saygı ile eğilirken, diğer taraftan bir tezhibin
ruhunuzu sarsan mânâ âleminde öteler ötesine gideceksiniz. Bazen bir çinin
topraktan mülhem saf halinden sıyrılmışlığına tanıklık ederken, diğer
taraftan bir nakkaşın fırçasında ortaya
çıkan hayal ötesi renklerin armonisinde kaybolacaksınız. Bazen bir tesbih
ustasının habbeleriyle yıllarca sürecek çilelerin sabrına çekilirken, diğer
taraftan bir mûsikî ustasının nefesinde, bir sazendenin mızrabında gözyaşlarınızı
içinize akıtacaksınız. Hâsılı ustalarla mesleği, sanatı ve hayatı
kuşanacaksınız.
İşte bu sebeplerle “Sanatın ve Sanatkârın İzinde” isimli
eser yeni bir neslin, yeni bir kuşağın estetik varoluşunda payları bulunan
ustalara saygı duruşu, vefa borcu, ellerini, gönüllerini öpme merasimi desek
abartmış olmayız.
*
Eserde 30 farklı sanat ve zanaat
dalı ve dahi 30 usta misafir edilerek, günümüze ulaşan sanat dallarının
gelişmesine, kökleşmesine, yaygınlaşmasına ve gündelik hayatta daha çok yer
almasına katkı sağlamak amaçlanmış.
Sanat ve zanaatlarına ayrılan
bölümde birbirinden değerli sanatkârların felsefelerini, alın terlerini,
ustalıklarını ve eserlerinden örnekleri okuyucunun ilgisine sunulmuş.
Verdikleri eserlerle geçmişimizi unutturmayan, geleceğe umutla bakmamızı
sağlayan nice güzel insana vefa gösterilip, eserlerine hürmet ve tâzim edilmiş.
Bu eserin ortaya çıkmasında
katkısını esirgemeyen Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan, eserin “Sanatın
ve Sanatkârın İzinde” başlığı altında elle tutulur hale gelmesini sağlayan İbrahim Ethem Gören ve sanatlarıyla
esere ruh veren sanatkârlara teşekkür eder ve dahi gözümüze ve ruhumuza
hitabeden şaheser niteliğindeki çalışmaların ilelebet payidar olmasını dileriz.
***
MİNNETTARIZ
Medeniyetimizin şaheserlerinin,
simgelerinin birer birer katledildiği ve 20. Yüzyılın başlarından ortalarına
kadar “fetret dönemi” yaşayan İslâm-Türk
sanatları 1950’li yıllarda tekrar canlanmaya, harlanmaya başladı. Necmeddin
Okyay, Hamid Aytaç, Mustafa Halim Efendi, Hafız Kemal Batanay, Beşiktaşlı Nuri
Efendi, Macit Ayral, Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver başta olmak üzere daha
pek çok hamiyetli sanatkâr üstadın himmetleriyle “yitik hazineler” tekrar sahipleriyle
buluşturulmaya başlandı.
Osmanlı Devleti devrinde asırlarca
hizmet veren Topkapı Sarayı Nakkaşhânesi, Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver’in
gayretleriyle yeniden tesis edilip; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin misyonunu üstlendi. Payitaht’taki bu uyanış, dalga
dalga Anadolu’ya yayıldı. Belediyelerin
açtığı sanat kursları birer mektebe dönüşürken, sivil toplum kuruluşları, Kültür Bakanlığı, İslâm Tarih, Sanat ve Kültür
Araştırma Merkezi (IRCICA) ve finans kurumlarının açtıkları sergiler, düzenledikleri
yarışmalar ve verdikleri teşvik ödülleriyle kabiliyetli gençlerin İslâm
sanatlarının ilgi ve âlâka görmesine vesile oldu.
Türkiye ekonomisinin 2000’li
yılların başından itibaren ivme kazanması, refahın artması; özel ve tüzel
koleksiyonerlerin öz sanatlarımızı icra eden ustaların eserlerine talip
olmasını hızlandırdı. 20. Yüzyılın sonlarına doğru diriliş trendinde olan öz
sanatlarımız günümüzde büsbütün yükseliş iklimine girerek; hemen hemen her yıl
düzenlenen icazet merasimleriyle sanat camiamız yeni bir dinamizme kavuştu.
Ne kadar sevinsek, vesile
olanlara ne kadar teşekkür etsek azdır.