Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Eylül 2024

Ruha Erişim Sağlanamıyor

Hayat bir açılış ve kapanış perdesi arasında geçen zamandır. Çalan telefonu açarız. Alır elimize kumandayı merakın basamaklarından çıkarak televizyonu açarız. Kapıya gelen kargoları; bin bir emekle bezenmiş dergi ve kitap gönderilerini heyecanla açarız. Göğüs kafesimizde kaynamaya başlayan sıcak sıkıntıyı duyduğumuzda camı açarız; midemize açlığın gönderdiği o kısacık sinyalle buzdolabın kapağını… Allah’ın selamı ulaşınca kulaklarımıza, dudaklarımızı yeni bir selâma açarız. Kalbimizden taştığında sevgileri, kollarımızı çocuklarımıza açarız. Ellerimizi açarız emaneti almak için; güneş güldüğünde, gözlerimizi kâinatın ışımasına açarız. Bütün bu açılışlar salt fizyolojik tepkiler gibi görünse de ruhtan bağımsız değildir. Ruh gözün, ağzın, kulağın, ellerin ve kolların, ayakların eylemlerinden bîhaber değildir ve kendini de onların uzağında tutmaz. Fakat o, varlığının bir yerlerinde daha derin ve nitelikli açılımların hasretini çeker. Zekânın ve gönlün işbirliğine müracaat eden, bu yolla kâinatın mesajlarını okuyabilen, sadece tefekküre değil sezgiye de biat eden bir açılıştır ruhun ihtiyaç duyduğu.

Kâinatın aynası olan ve “eşrefi mahlûkat” sırrıyla ödüllendirilen insan kâh amacından şaşarak kâh rotasından saparak dünyayı adımlaya dursun; bir yerlerde unutulan ruhu, kendisini yüceltecek o kayıp ruhların hasretiyle inler. Aşina bir sözün, suretin, ânın, hâlin kapılarını açabilecek bir kabiliyet bekler. İster ki gündelik ihtiyaçlarla, yaşamın standardı olan alışılagelmiş eylemlerle kendini tanımlamaya çalışan beşer, bu ummanda onu da koruyup koruyacak açılışlara imkân versin. Değil mi ki beden beslendikleriyle ruhun hafızasını zayıflatıp kuvvetlendirme gücünü elinde tutabilen emanet bir rüyadır. Ve cisimlerimiz girdiği meclislerle, görüştüğü kimselerle, muhatap olduğu sözcüklerle ruhun belirleyicisi durumundadır. Öyle ise ruhu korumak için eylem ve söylem inceliğine ihtiyaç duyulmalıdır. Peki, eylem ve söylem yeteneğini hakkıyla iade için neye ihtiyaç duyulmalıdır?

İnsan irtibatta olduğu kişilerle birlikte, okuduklarına, sıklıkla ziyaret ettiği mekânlara, çoğalttığı amellere de benzemeye başlıyor bir müddet sonra. İşten oluş sâdır oluyor. Hatırlarsak, Salih peygambere lütfedilen mucizeyle kayanın içinden çıkarılan deve, kavmin azgınları tarafından kesilince Semud kavmi helâk edilmişti. Rivayet olur ki Allah Resulü (sav), ashabı ile Tebük’e gittiğinde Semûd kavminin kalıntılarının bulunduğu Hıcr mevkiinden geçer. Ashab-ı Kiram halkın kalıntıları içine dalar, kuyularından su çekip kırbalarını doldurmaya başlar. Oysa peygamberimiz bölgeyi görür görmez yüzünü kapatır ve devesini hızlandırır. Akabinde yol arkadaşlarına seslenir: “Kendilerine zulmedenlerin arkada bıraktıkları kalıntılar arasında gezinirken, onların başlarına gelenlerin sizin de başınıza gelmemesi için ibret nazarlarıyla ve hüzünle dolaşın; ayrıca onların ne suyunu kullanın ne de namaz için buradan abdest alın! Yoğurduğunuz hamurları da develere verin.” Sonra da ashabını alarak Salih Aleyhisselam’ın devesinin çıktığı kayanın yanına gelir. Onları devenin su içmiş olduğu kuyunun yanında konaklatır. Nakil yoluyla günümüze taşınan bu ibretlik tablo bize, insanın olumlu ve olumsuz tesirlere açık olduğunu ne güzel haykırır. Ruh hassastır. Nitekim ayeti kerimede de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun! (et-Tevbe, 119)” buyrulur. Bu reçetenin kuvvetini adları bile anıldığında, güzellerin yaşattıkları hâl ulviliğinden anlamak mümkün. Mevlana’dan bir beyit, Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan bir yorum, Hacı Bektaş’ı Veli’den bir nefha, bir mısra Şirazlı Sadi’den bize güzellerle güzelliğe erme sırrının güzelliğini hatırlatır. En çok o zaman anlaşılır; insan hakikat sırrına matuf ve meftun insanla seviye kazanır.

Hiç dikkat ettik mi? Zamanla eşler, samimi dostlar bile birbirine benzemeye başlar. Zira onlar sadece paylaşılan atmosfer ortaklığından değil; muhabbetten, sohbetten, hâlden de hissedar olurlar. Çölleşen dünyada gönül neye rağbet gösterirse onun kelimeleriyle teselli bulur. Bütün din ve öğretilerde kalbin meylettiğine ehemmiyet verilir ve ruh itminanı da manevî terakki ile gerçekleşir. Yükseğe çıkabilmek yükü azaltmayı gerektirir. Bu ise eleme/ayıklama durumunu zaruri kılmaktadır. Büyük iddialara, gürültüsü bol izahlara gerek yok azaltmak için; “söyleme, yap”. Çünkü sözün takati, hâlden cılızdır.

Yazık ki bugün hızla yaygınlık kazanan kötülük ve o kötülüğün emri altına giren kitleler kanalıyla fert yıkıcı pek çok enerjiye maruz kalıyor. Ruha erişim sağlanamıyor. Hızla dönüşen dünyada tahakküme inat, pek az insan bir diğerinin tahammül, tedavi, terakki, teslimiyet merkezi olabiliyor. Asırlardır kâinatın şifa membaı olan Efendimiz “mümin bir delikten iki defa ısırılmaz” buyuruyor. Bugün müminin en büyük problemlerinden biri aynı yerden kanatılıyor olabilmesi. Yanlış birlikteliklerin, nitelikli beraberlikler önünde engel teşkil ettiğini belleğinden silmesi.

İnsanın özü müspet ve menfi enerjilerle şekillenen bir marifet alanıdır. Hassastır. Sesine, sezgisine kulak verildiğinde hissedilebilirdir. “Arınmış insan sanat harikasıdır” der Hak dostlarından bir güzel. Zorda olsa kalabalıklar içinde korunmuş ruhları bulmak imkânsız değil.

Selam ile.