Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
36.05
Gram Altın
2991.68
BIST 100
9504.6
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Ekim 2018

Ruh da diri kalmalı, önemsediğimiz bedenler kadar…

‘‘Yardım et bana, söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla’’ diyor Kafka, ne diyor. Demiyor aslında, düşünmenin dehlizine itiyor bizi aslında. Düşünmek, ‘‘tefekkür etmek’’ o en kutsal meleke! Kafka, aslında asıl çağın hastalığına temas etmiş midir? Kimsenin kimseye yanaşmadığından, herkesin herkesten uzaklaştığından dem vurmuş olabilir mi? Biz konuşsak ve biri anlasa ya da yâr susarak konuşsa ve biz anlasak ve biz rahatlatsak yârimizin yürek yollarını, sevgi kodlarını, ruh odalarını. Anlamakla, anlayışla sırtlasak düşüncenin dertlerini, dostumuzun yellerini, ne olur, nasıl olur, ne güzel olur.

Ancak, ‘‘Bir dağın içini başka bir dağ bilir’’ derken Kahlo, tam da bunu kastetmiştir. Bir yüreğin kan kırmızısı kederini ya de sevincini ancak kan kırmızısı bir diğer yürek bilebilir. Sevgiyi, sevdayı ancak aşkın makamına meraklı olan bilebilir, aşkın makamında nöbet tutmayan ‘‘söyleyebildiklerinden daha fazlasını’’ nasıl anlayabilsin, nasıl. Misal bir ananın yüreğini ve dileğini, evladını denize atma canavarlığını gösteren bir ‘‘ana’’ nerden bilebilir. Misal, evladını okutmak, yetiştirmek, ocağına iaşenin en helalini götürme telaşıyla jilet gibi ayazlarda debelenen o babayı bir haramzade ne bilsin, nasıl anlasın. Bir dağın içini ancak başka bir dağ bilir a dostlar.

İnsanlar, kime sığınacak artık bilmiyor, insan neyin sersemi fark edilmiyor. Bu hâl hangi hastalığa işaret kimse dert yormuyor. Bu gizli iniltiler, sonunu getirecek dünyanın, kime temas etsen sanki kaynayan evren. Bu yürek volkanları, bu lavlaşan kalp, nasıl dönüşsün gönül denen ilhama. Duygular kozmetik, simalar maske muamelesi, herkes aynı dertten mustarip, aldanmak ve aldatmak nasıl da fena bir salgın. İnsan, ancak şeklen insan, çivisi çıkmış dünyanın derken aslında teşhis edilmiş şu ağır veba. Ya tedavi! Tedavi tam bir muamma.

Acıyor, yanıyor ve çilelidir insan. Dem sarhoş, derman aman. Ne güzel söylüyor Charles Dickens: ‘‘En büyük arzum, bu düzene ait olduğumu unutmak.’’ Evet, bir düzen var: düzensizlik. Mutsuzluk düzeni. Durum bu. Maddenin bile bu biçim ‘tanrılaşabileceğini’ ilk kim tahmin etmiş, tebrik etmek istiyorum. Her şey materyalist bir düzenin esiri. Düşünebiliyor musunuz, cenazesi için ağlasın, ah ü figan eylesin, ağıt yaksın diye para karşılığında yevmiyesi ödenen korolar çağrılıyor, bu durumu biri izah etsin bana. Bu fıttırma neyin bedeli. Acıyor, acıyor insan. İnsan hasta. Duyan kim, anlayan kim.

Karamsar değilim; ama azap, insanı kuşatıyor gitgide. Bir önerim var: Bir haftalığına sosyal medyayı çıkarsak dünyamızdan, köy yumurtası yesek kahvaltıda, Melaye Ciziri’nin kasidelerini dinlesek, Yunus Emre’yi tanımak için araştırmalar yapsak, Nazım Hikmet’ten pasajlar okusak, bir dağa tırmansak, yorulduğumuzda bohçamızı açıp otlu peynir yesek, termostaki çayı değil odunda çay kaynatıp içsek, dağdaki reyhan ve nergis kokusu ruhumuzu sarsa, sarabildiği kadar, tenimiz bir hoş olsa, durup gökyüzünün dingin enginliğinde mutmain olsak, Eyüp peygamberin sabrıyla dolsak, hakiki servetimizin sıhhatimiz ve ailemiz olduğunu kalben anlasak, dağa tırmanma yolculuğumuz devam etse, nefeslenmek için her yorulduğumuzda durup duygu düşleri kursak ve bağırıp göğün yüzene doğru, mabedimizin maddeden bina edilmediğini fark etsek, mümkünse dinlesek her şeyi, sessiz sessiz konuşsak, bulutların, rüzgârların bizi duyduğunu ve bizi anlayıp kavradığını gözlemleyeceğiz. O zaman ve asıl o zaman insani olan tüm melekelerin cümbüşünde keyfiyet yaşayacağız…

Biz insanız, kendimize yatırım yapmalıyız… Kendimizden kendimize keşifler yapmalıyız… Ruh da diri kalmalı, önemsediğimiz bedenler kadar…