Roller, toplumlar ve yapılar
İnsan doğmak, insan olmanın garantisi değildir. Eğer böyle olsa
insanlık tarihi ihtişamın, medenileşmenin, aydınlanmanın, hep ileriye gidişin
tarihi olduğu kadar sefaletin, cehaletin, karanlığın, vahşetin ve tereddinin de
tarihi olmazdı. İnsan doğmak insan olmanın sadece öncülüdür ve o öncül ancak
toplumla yan yana gelince, bireye dönüşünce hakikatine ulaşır. İnsanı insan
yapan ve onu değerlerle buluşturan toplumsal yapılardaki rolüdür. Başkaları
olmayınca iyilik de yoktur, kötülük de güzellikten de bahsedilemez çirkinlikten
de hak da söz konusu değildir haksızlık da… Ve işte tam da burada insanın
ötekiyle kurduğu ilişkide üstlendiği rol devreye girer: İnsan insanın cehennemi
mi olacak, cenneti mi; sığınağı mı olacak hapishanesi mi, gölgesi mi olacak
ateşi mi? Toplum, bu kararın verileceği sahnenin ta kendisidir, dünya olsa olsa
o sahnenin silik bir gölgesi.
Toplumda üstlendiği rol insanı
ya insanlığın vazgeçilmez bir yapı taşına veya her an çökmeye hazır kırık
tuğlasına dönüştürür. Meseleye bu çerçeveden bakınca rol ile toplumsal yapı
arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu bağ bir bina ile onu göğe yükselten
tuğlalar, direkler, kirişler arasındaki ilişkiye oldukça benzer. Yapı taşları
ne kadar sağlamsa bina o kadar güvenli, yapıda kullanılan malzeme ne kadar
nitelikli ise eser o kadar görkemli görünür. İnsan ile roller, roller ile
toplumsal yapılar arasında böylesi sıkı bir ilişki vardır ve insana bakarak
toplumsal yapıları, toplumsal yapılara bakarak insan malzemesinin mahiyetini
görmek elbette mümkündür. Bu aynı zamanda geriden bakılınca bir toplumu, bir
şehri, bir ülkeyi ve bir kültürü tanımanın da yollarından biridir. Çünkü
toplumlar, şehirler, ülkeler ve kültürler olumlu ve olumsuz vasıflarıyla
gerisinde hep bir bilinç barındırırlar. Sağlam veya çürük, mamur veya enkaz,
ışıl ışıl veya karanlıkta boğulan…
Türkiye teori yoksunu bir ülke. Hayatın hemen her alanında bir teori
kırıntısı yakalamak için çıktığınız yorucu yolculuklarda çoğu zaman eliniz boş
dönüyorsunuz. Olguları birleştirerek ondan teori üretmek de olgulara zemin
hazırlayacak gerçek anlamda düşünce yolculuklarına çıkmak da toplum olarak
alışkanlık haline getirdiğimiz bir çalışma biçimi değil. Genelden başlayarak
özele doğru giden bütün bilgilenme yolculuklarımız mutlaka Batı duraklarına
rastlıyor ve onların ürettiği bilgilerin gölgesinde eklektik, mozaik yapıları
bulunan yamalı bohça teorilerle noktalanıyor. Gerek birey ve onun içeriğine, gerekse
toplumsal yapılar ve her ikisi arasındaki ilişki biçimlerine dair Türkiye’de
üretilmiş teorik çalışmalar neredeyse yok. Neyse ki geçtiğimiz ay yüreğime su
serpen bir kitapla tanıştım. Prof. Dr. Eyüp Kemerlioğlu ile Prof. Dr. Mustafa
Gündüz’ün ortak çalışması olan, belki yayınlanması 1990’lı yıllarda
gerçekleşmesi gerekirken Eyüp Kemerlioğlu hocanın vakitsiz vefatıyla yarıda
kalan, sonrasında tilmizi Mustafa Gündüz tarafından hem hocasına hem de
memleketine karşı bir ahdin vefası kabilinden, üzerindeki tozlara özenle
üfürülerek ışıldatılan Rol ve Toplumsal
Yapı adlı kitap artık Türkiye’nin teorik birikiminin önemli yapı
taşlarından biri olarak raflardaki yerini aldı ve kararlı bir yolculuğa çıktı. Şahsımın
bazı kitaplarını da yayınlamış, Türkiye’nin önde gelen yayınevlerinden biri
olan Anı yayıncılık tarafından basılan kitabın hem profesyonel ilgililerine hem
akademik camia mensuplarına hem de lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyindeki
öğrencilere ciddi katkılar yapacağını ummakla kalmıyor, metnin bundan sonraki
benzeri çalışmalara da ilham vereceğini düşünüyorum.
Sosyoloji çalışmalarından tanıdığımız ve kendisiyle birkaç sohbette
bulunma imkanı yakaladığım merhum Eyüp Kemerlioğlu Bilgi Sosyolojisi, Toplumsal
Tabakalaşma ve Hareketlilik adlı kitaplarıyla biliniyor. Aynı şekilde Yurttaşlık Bilinci, Ahlak Sosyolojisi, Türkiye’nin
Toplumsal Sorunları adlı çalışmaları hem sosyolojiye hem siyaset bilimine
ilham veren Mustafa Gündüz de bilimsel çalışmalarının yanı sıra rektörlük
görevini de ifa etmiş Türkiye’nin önde gelen sosyal bilimcilerinden biri.
Rol ve Toplumsal Yapı beş ana
bölümden oluşuyor: Birinci bölümde rolün teorik çerçevesi kuruluyor, ikinci
bölümde birey ile rol arasındaki ilişki sorgulanıyor, üçüncü bölümde rollerin
içerik ve yapısı irdeleniyor, dördüncü bölümde toplumsal gruplar ile roller
arasındaki ilişkilere dokunuluyor, beşinci bölümde roller, topluluklar ve
toplumsal yapılar arasındaki karmaşık ilişki biçimlerine yönelik tespitlere yer
veriliyor. Kitap böylece bir mimarın eserini inşa ederken titizlikle uyduğu
simetrik bir taazzuvla şekilleniyor. Bireyden topluma, toplumdan bireye, her
ikisinin birbirine yönelik söylem ve temasları detaylarıyla irdeleniyor.
Böylece sağlıklı ve olması gereken bir toplumsal yapının nasıl olması
gerektiğine dair hatırı sayılır fikirler öne sürülürken aynı zamanda hastalıklı
toplumsal yapılara dikkat çekilerek bu hastalıklara yönelik üretilecek
sağaltıcı ara mekanizmalara da değiniliyor. Eserin bir de sonuç bölümü var ki
kitap boyunca tartışılan bütün kuramlar 21. yüzyıl toplumsal yapılarıyla hem
yatay hem dikey mukayeseye tabi tutularak gittikçe karmaşıklaşan toplumsal
yapılarda bireyin değişen misyonu, esnek yapılara uyumu ve uyumsuzlukları
üzerine bir dizi fikir sıralanıyor. Eser bu haliyle tarih boyunca değişen
rollerin doğasına, toplumsal yapıların içerik ve işlevlerine yönelik ciddi
saptamaların yanı sıra günümüzde gittikçe karmaşıklaşan toplumsal yapılar
karşısındaki bireylerin yeni rollerinin nasıl şekillendiğine/şekillenmesi
gerektiğine dair de ciddi savlar barındırıyor.
Siyasal sisteminde ciddi değişiklikler olmuş, dijital çağa uyum
göstermede kırılganlıkları bulunan ve toplumsal yapıları ile roller arasında
derin boşlukların yer aldığı Türkiye gibi ülkelerde bu tür yayınların artmasının
söz konusu alan ve süreçlere dair yeni teklifleri de beraberinde getireceği
ortadadır. Bilvesile, Türk düşünce tarihine yaptığı katkılar ile yeniden
Türkiye’nin kamuoyuna gelen merhum Eyüp Kemerlioğlu hocaya rahmet diliyor,
Mustafa Gündüz’e de bundan sonraki çalışmaları için uzun ve sağlıklı bir ömür
diliyorum.