RESTLEŞMELER ARASINDA İSLAM
Hükümet ile Cemaat arasında "dershane"ler üzerinden başlayan gerilim, ciddi anlamda tırmanmış görünmektedir. Daha önceki yazımızda, meselenin "dershaneler"le sınırlı olmayan ulusal ve uluslar arası siyasi boyutlarına dikkat çekmiştik. Şimdi gelinen süreçte bu durumun daha çok faş olduğuna şahitlik etmekteyiz.
Burada bazı sorulara dikkat çekmeye çalışacağım ve sesli düşüneceğim. Birincisi; Cemaate ait dershanelerin yüzdesi çok yüksek değil. İlk planda Başbakanın dershaneler üzerinden giden bir yol izlemesi ne anlama geliyor? Zira dershaneler, bir çoklarının ifade etmeye çalıştıkları gibi cemaatin gücünü zaafiyete uğratmak üzere kamuoyunun da ikna olduğu bir "alan" değil.
Öte yandan karşılıklı restleşmeler devam ederken, giderek dilin ve kullanılan kavramların sertleşmesi, bu konuda ara formüllerin bulunmasını da zorlaştırmış görünmektedir. Üstelik cemaatin, kendi tarihi içerisinde kendini var eden söyleminde değişimlere gitmesi, onun imajıyla ilgili yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Mesela; "hoşgörü" üzerine oturan söylem ve cematin imajı, kendisini vareden eski söyleminden farklılaşmış görünmektedir.
Üzerinde durulması gereken bir başka boyut; meselenin öncelikle tarafları sadece Ak Parti ve Cemaat midir? Bu gerilime kim ya da kimler nasıl ve hangi ölçekte müdahil olmaktadırlar? Gerilimin ulusal ve uluslar arası boyutu ve yansımaları nasıl olacaktır? Bu sebeple hergün gazete ve televizyonlarda izlediğimiz gerilimin, arkaplanları üzerine konuşmakta fayda vardır.
Bununla bağlantılı olarak dikkat çekmemiz ve asla ihmal etmememiz gereken en önemli nokta; tüm bunların Türkiye'de İslam üzerine bir ayar çekme teşebbüsü olabileceği ihtimalidir. Zira Cemaat ile AK Parti arasındaki bu gerilimin son kertede faturasının çıkarılabileceği en önemli adres İslam olarak görünmektedir. Bunu, Türkiye, çok yakın tarihindeki tecrübelerle de yaşamıştır.
Bir kere uzun zamandan beri anladığımız bir şey var ki; Türkiye'deki AK parti muhaliflerinden önemli bir kısmı Erdoğan'sız bir AK parti ve Türkiye istemektedirler. Özellikle Gezi Parkı eylemlerinde "Erdoğan'ın baskıcılığı ve dikdatörlüğü" yönünde geliştirilen söylemler ve o zamandan bu yana bizzat Başbakan'ın hedef alınması, bu tezleri güçlendirmektedir. Başbakan'ın halk desteği güçlü olmakla birlikte, Başbakanla ilgili oluşturulacak psikolojik algı burada önemli olacaktır. Dolayısıyla Erdoğan'ın bu imaja su taşıyacak söylemlerden uzak durması gerekmektedir.
Şayet Erdoğansız bir AK Parti talepleri oluşmazsa, bu durumda ikinci adım olarak Parti'nin bölünmesi yönünde siyaset izlenebilecektir. Nitekim buna yönelik senaryolar artık konuşulmaya başlanmıştır bile. Gelecek yıl Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de olması, bu konuda farklı senaryolar yazılmasını sağlamaktadır. AK Parti'nin bölünmesi, diğer partilerin de aktüel katılımlarını bir seçenek haline getirebilir. Şunu söylemek lazımdır ki, AK Parti'nin bölünmesi, aslında onun giderek Anap'laşması ve yok olması anlamına gelir.
Tabi ki, tüm bunları cemaat yapacak demiyorum. Ama söylemek istediğim tam olarak şudur; birilerinin faturası İslam'ın üzerinde kalmak kaydı şartıyla, AK Parti ve Cemaat arasındaki gerilimin daha çok tırmanması ve nihayetinde siyasal bir çatışmaya dönüşmesini arzuladıklarını bilmeliyiz. Böyle bir gerilimin sonunda, üzerinde durulması gereken asıl nokta; en çok hangi tarafın zarar gördüğü sorusu değildir. Uluslar arası güçlerin ve Türkiye'deki baronların bu krizden bir fırsat çıkarmaya çalışacaklarını söylemeliyiz. Ama İslam'a çıkarılacak faturanın vebalini kimse ödeyemeyecektir.