Rektör neden örtündü?
Türkiye'nin başörtülü ilk kadın rektörünün fotoğrafı sosyal medyaya düştüğünde her kesim tarafından ilgiyle karşılanmıştı. İslami kesimin yıllardır beklediği özgürlük ortamının tezahürü olarak gördüğü bu eylemin sevinci kısa süre sonra hayal kırıklığına, soru işaretlerine dönüşecekti. Dicle Üniversitesi Rektörünün fotoğrafını "Türkiye normalleşiyor" sloganıyla paylaşan muhafazakar camianın yaşadığı düş kırıklığı sebepsiz değildi elbet!
Kamuda başörtüsü serbestliğinin getirilmesinin ardından kapanmaya karar veren memurlar bunu çoktan yapmışlardı zaten. Ancak mevzu bahis rektörün kapanması, ilk olma sıfatını bünyesinde taşıması hasebiyle ayrı bir anlama da haizdi. Bu sebeple sadece mütedeyyin camia değil tüm kesimler tarafından heyecanla karşılanan tercih, kısa zaman sonra medyaya düşen iddialarla gölgelenmeye başlamıştı.
Eskiden beri şahısları kimlikleri, görüntüleri, şekilleri, giyim-kuşamları üzerinden değerlendirmeyi insani ve etik bulmadığımızı yeri gelmişken hatırlatalım. İnsanı, düşünce yahut görüntüsü üzerinden değil liyakat ve yetkinliği bağlamında değerlendirmeyi savunmaktan hiç vazgeçmediğimizi söyleyelim.
Tüm dünyada kadınların şekilsel ve giyimsel hususiyetlerinden düşünce paradigmalarına ulaşmanın kolaylığı onlara yönelik ayrımcılığı artıran bir unsur olmuştur. Aynı zihniyetteki erkeğin hiçbir yaptırımla karşılaşmadığı bir durumda giyiminden dolayı engellenen kadının muhatap olduğu her şeyden önce cinsiyet ayrımcılığına örnek gösterilebilir.
Söz konusu yaptırımların kadının görüntüsünden ziyade düşünsel kalıplarına yönelik olması ise esasında cezalandırılan öğenin düşüncesi ve inancı olduğu sonucuna ulaştırır bizleri. İşte öncelikle bu sebeplerden hareket edip insanları -bilhassa kadını- kimliğinden dolayı kategorize eden, engelleyen zihniyete karşı verdiğimiz mücadeleye hiç ara vermedik.
İnanç özgürlüğünün yaşam biçimi olarak tezahür etmesi bizleri düşünce özgürlüğünün aynı zamanda şekil/giyim-kuşam vs tarzında ortaya çıktığı gerçeğine ulaştırırken giyime müdahale de en net ve kısa ifadeyle inanca müdahil olma anlamına gelmekteydi. Tüm bu sebeplerin bileşimi üzerine inşa ettiğimiz saygı çerçevesinde de insanların kılık-kıyafetleriyle değil ürettiklerine, ehillik ve yetkinliklerine göre değerlendirilmeleri gerektiğini savunduk. İnsanlara dinsel, cinsel, düşünsel değerleri değil varoluşsal kazanımları/kazandırdıkları bağlamında yaklaşmak gerektiğini ısrarla tekrar ettik.
Tutumumuzun bu yönde olması, ülkemizdeki şekilsel sınırlayıcılığın semeresi ve kamusal alanda başörtülü kadının görünmezliğinin Cumhuriyet tarihiyle aynı yaşta olması gibi unsurlardan dolayı kapalı rektör örneği bizleri fazla heyecanlandırmış olabilir. Aslında toplumsal hafızamızın bunu bilinçaltı yansımalarımızla içselleştirip ayaklarımızı yerden kesmesi bile beklenen sonuçlardandır!
Lakin kapanan rektörle ilgili iddialar muhafazakar kesimin sevincini yarıda bıraktığı gibi herkesi şüphe sarmalına da yuvarladı. İddiaların Diyarbakır kökenli siyasetçi ve Dicle Üniversitesi'nde görev yapan akademisyenlerden gelmiş olması -kesinliği kanıtlanana kadar- iddia makamında tutulacakları güçlendiren önemli bir detay. Ayrıca iddiaların rektörün kapanmasından önce dillendirilmiş olması da dikkat çeken hususlardan biriu2026
Fethullah Gülen cemaatinden olduğu söylenen rektörün bu yakınlığı bir suç teşkil etmez elbette. Fakat üniversite bünyesindeki öğretim elemanlarından Gülen cemaati mensubu olmayanların diskalifiye edilmesi ciddi ve araştırılması gereken önemli bir iddia! Üniversite bünyesinde bu yönde bir kadrolaşmaya gidilerek farklı görüşlerden olanların dışlanması, gönderilmesi en başta üniversitelerin kuruluş amacına ters.
Üniversitedeki bir akademisyenin sahte belgeyle üniversiteden uzaklaştırılmasının resmen onaylanması iddiaların inandırıcılığını artırıyor. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki Doçent Ahmet İnan'a göre yerel bir tv programında Fethullah Gülen'i eleştirdiği için kendisine kadro verilmedi. YÖK'ün tahsis ettiği kadroya yerleştirilmediği gibi sahte belgelerle de görevinden uzaklaştırıldı. Ahmet İnan'ın sahte belgelerle görevinden uzaklaştırıldığı 5 yıl sonra mahkeme kararı ile kanıtlanmış. Bir akademisyenin görüş farklılığı onun sahte belgelerle işinden atılmasına yol açıyorsa bu mekanizmanın varlığına da sürdürücülerine de temkinle yaklaşmak lazım geldiği düşüncesindeyim. Doçent bir babaya, 19 ay maaş almadan üç çocuğuna bakmanın sıkıntılarını yaşatmaktan çekinmeyenlerin vicdanlarını da, inançlarını da sorgulama hakkını kendimde bulurum!
Dicle Üniversitesi ile ilgili iddialar sadece bunlarla sınırlı değil. Üniversiteye tahsis edilen arazilerin kimlere peşkeş çekildiği, yıllardır neden üniversite hastanesinde sadece bir firmaya eczane izni verildiği cevap bekleyen sorulardan. Bu konuların gündeme getirilmesiyle ilgili üniversitenin rektörünün kapanmasının ilintisi var mıdır bilemeyiz. Ancak başörtüsü yasağı varken başını hemen açanların yasak kalkar kalkmaz kapatanlar olmasını da anlamlı bulmamak mümkün değil. 7 Şubat'tan bu yana yaşadığımız ihanet sarmalı bizleri sürekli teyakkuz halinde tuttuğu gibi sorularımıza açık ve net cevaplar alma isteğimizi de pekiştiriyor sanırım!