Reklamlar Hız Kesmez mi?
Jose Saramago “silah sanayi niçin grev yapmaz?” diye soruyordu kitabında. Bugün yaşanan hayatın niteliklerine dikkat çekmek üzere “reklam niçin bugün hız kesmiyor?” diye sormak elzem görünmektedir. Özellikle tüm dünya ölçeğinde ekonomik sıkışmışlık olmasına rağmen, reklamlar bundan etkilenmediği gibi tam tersine sosyal medya araçları da dahil olmak üzere etkinlik ve hacmini artırmış görünmektedir.
Bugün
“reklam”lar bir sektör olmanın da ötesinde hayatın bütününe yayılmış bir
stratejiler bütünü olarak düşünüldüğünde ancak kapsadığı hacim anlaşılabilir.
Hatta reklamın dışında kalan ne var diye sorarsak, aldığımız cevaplarda
dışarıda bıraktığı bir şey olmadığını rahatlıkla görebileceğiz. Nihayetinde
reklamlar ekranlarda kendi etiketi altında gösterilenlerden daha fazla,
diziler, filmleri, haberler, mesajlar vb.de daha etkin biçimde işlemektedir.
Başrol
oyuncusunun saçları, işadamının takım elbisesi, gözlükler, arabaların yanı sıra
sunucunun içeceğinin markası, stüdyonun mobilyaları, özel hayatlar, yaşam
biçimleri; hasılı izleyicinin muhatap olduğu her türden şey zaten bizzat reklam
olarak işlemektedir. Hatta seyirci bunlar etiketli reklam olmadığı için, bu tür
mesajları içselleştirmekte daha hazırlıksızdırlar.
Reklam
kapitalist ve neo-liberal ekonomik sistemin işleyişindeki sürekliliği sağlamak
üzere gerçekten etkin bir ögedir. Çünkü üretim-tüketim arasındaki döngünün
bozulmaması, yani tüketimin her daim pratize edilmesi kapitalizmin yumuşak
karnıdır. İnsanlar “tüketici” olmadıklarında döngü bozulacak ve zararlar ortaya
çıkacaktır. Bu açıdan reklamların en azından psikolojik bir faktör olarak
işletilmesi önem taşımaktadır. Anlaşılacağı üzere tüketim, burada anahtar bir
kavram olarak içeriklere göndermede bulunmaktadır.
Tüketim,
isminden de anlaşılacağı üzere tüket(tir)meye odaklanmaktadır ve tüketimin
hayat stratejilerini belirliyor olması, bugün niçin insan-insan ve insan-eşya
arasındaki ilişkilerin bir tüketimin (istihlak) konusu haline geldiğini de bize
göstermektedir. Tüketim içinde yaşadığımız postmodern döneme gelindiğinde daha
rafine yöntemlerle reklamlara bağlanmaktadır. Modernlikte reklamlar ürünü
ortaya çıkarmaya ve vurgulamaya odaklanmakta iken, postmodernlikte kişiyi
sürekli müşteri haline getirmek üzere stratejiler belirlemiştir. Dolayısıyla
postmodern bir mentalite ile reklamlar manipülasyonlar ve anlamın
dönüştürülmesi üzerine kendilerini kurarlar. Artık gerçeklik ve ürün arasında
olması gereken tekabüliyet, yeni yaratılan anlamlar üzerinden dağıtılır. Böylece
reklamlarla birlikte statü, prestij ve arzu satılmaya başlar.
Aslında
meselenin nirengi noktası burasıdır. Arzular sınırsız olduğu için, arzulara
yönelik üretilen anlamlar da sınırsızlaşır. Böylece insan ürün alırken, içinde
ukde olarak kalan statüyü, prestiji ve hatta kendisine dikte edilen arzuları da
satın almaktadır. Aslında burada alınan sadece maddi anlamda bir ürün olmanın
ötesinde dizideki ilişkiler, yaşayamadığı kişilikler, kendisini özdeşleştirdiği
karakterler, prestijli bedenlerdir aynı zamanda.
Türkiye’nin
son elli yılı ciddi olarak karşılaştırıldığında, büyük ölçüde gözlemlenen
değişim nasıl meydana gelmiştir sorusunun cevabını bu mentalite değişiminde
aramak lazımdır. Çünkü reklamlar insanlardaki değer yargılarını ciddi olarak
değiştirmiş, hayata bakışta insana yeni bir konumu tanımlamıştır.
Bugün
asıl meselemiz değerlerdeki aşınma üzerindedir. Hayata bir değer ve ahlakilik
üzerinden bakmak ve tutunmak zayıflamıştır. Postmodernliğin “ne olsa gider”
mottosunun açtığı alanda düşünce ve davranışların değer açısından
değerlendirilmediği ve hatta doğru ile yanlışın arasının bulanıklaştığı manzara
kuvvetlenmektedir.
Postmodernliğin
değersizliğini aşmak için hayata bir değerden bakmanın zarureti artık daha çok
ortaya çıkmıştır.