Rehavete kapılmak
Dünya hayatı imtihanlarla doludur. Her nimetin bir külfeti vardır. Terlemeden kazanmak, yürümeden menzile ulaşmak imkânsızdır.
Atalar tarlada izi olmayanın harmanda
yüzü olmaz demişler. Alın terinin suladığı toprak da kurumazmış. İşte alın teri
ile sulandığı için kurumayan toprak bereketli ürünler verecektir. Zira Cenap
Şahabettin’in de dediği gibi alın teri aynı zamanda bereket bahşeden en
kıymetli yağmurdur. Alın teri ile elde edilen nimetten daha tatlı bir şey
yoktur. Alın teri; zahmetin, meşakkatin, çalışmanın adeta ıslak imzası gibidir.
Emek olmadan yemek olmaz demiş
atalar. Müreffeh yarınları, çalışma ve gayret ile geçen uykusuz geceler
doğurur. Armut piş ağzıma düş gibi bir anlayışla hayaller asla gerçek olamaz.
Bugünden daha iyi bir gün mü istiyornusuz? O zaman çok çalışmamız lazım. Hayata
dair şikâyetlendiğimiz her sıkıntı; ısrarla, gayretle, umutla ve yılmadan
çalışmakla çözülecektir.
Her fert toplumun bir parçası olarak
üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. İctimâî hayatta görülen
aksaklıkların, olumsuzlukların, sorunların çözümü top yekûn mücadele ile
mümkündür. Üstad Necip Fazıl’ın da dediği gibi herkes “benim olmadığım yerde
kimse yoktur” şuuruyla hareket ederse birler binleri, binler milyonları
doğurur. Herkes sağındaki solundaki dava arkadaşının cesaret kaynağı, sırtını
dayayacağı gücü, daraldığı bunaldığı anlarda nefesi olacaktır. Bir duvarın gücü
onu oluşturan tuğlaların birbirine iyice kenetlenmesiyle ölçülür. Hakeza bir
zincirin gücü o zincirdeki en zayıf halkası ile… Bunun şuurunda olan herkes
mücadele zamanlarında saflarını sıklaştırıp birbirine kenetlendiğinde hedefe
ulaşmak daha kolay, daha çabuk ve daha anlamlı olacaktır.
Şu da unutulmamalıdır ki mücadele
zamanlarında atılan her adım kıymetlidir. Hz. İbrahim ateşe atıldığında bir
karınca ağzında bir yaprak kırıntısı ve onun da üzerinde bir damla su olduğu
halde ateşe doğru telaşla koşmaktaydı. Onu gören bir diğer karınca sordu;
“Hayırdır, nereye böyle? Nedir bu
telaşın?”
Telaşlı karınca sert bir şekilde:
“İbrahim’i atacakları ateşi
söndürmeye gidiyorum.” diye cevap verdi.
Diğer karınca müstehzi bir ifadeyle
tekrar sordu.
“Ağzındaki bir damla su ile mi bu
koskoca ateşi söndüreceksin?”
Telaşlı karınca bir anda durdu ve şu
tarihi cevabı verdi.
“Ağzımdaki bir damla su ile bu koca
ateşi söndüremem ama hiç olmazsa safımı belli ederim.”
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dediği
gibi “Firavun’a karşı olmak yetmez Musa’nın yanında olmak gerekir.”
Ertuğrul Gazi’nin dediği gibi bir
hedefe doğru yürüyen dava erleri seferle yükümlüdür, zafer ise Allah’tandır.
Hedefe giden yol meşakkatlerle olduğu kadar tuzaklarla da doludur. Bu
tuzakların çoğu yaldızlı, süslü, cezbedici ambalajlarla kamufle edilmiştir.
Meşhur kaideye gere zehri altın kadeh içinde ve genellikle bal ile birlikte
sunarlarmış.
Mücadele yolunda zehir hükmünde olan
tuzakların en başında rehavet gelir. Rehavet dahası rehavete kapılmak deyimi
anlam olarak mücadele anında sonucun lehte olduğunu düşünerek tedbiri elden
bırakmak, tembellik etmek ve mücadeleyi bırakmak demektir.
Rehavete kapılmak başarıya giderken
çıkmaza saplanmak gibidir. Okçular tepesinde bekleyenler bir an rehavete
kapılarak “bu iş bitti, zaferi kazandık” diye mevzilerini terk ettiklerinde
yaptıkları hatayı canlarıyla ödediler. Bugün rehavete kapılarak avuçlarından
zaferi kaçıranları gelecek nesiller asla affetmeyecektir. Zira bugün yaşayanlar,
gelecek nesillerin azıklarını, umutlarını, refahlarını tüketerek yaşarlar.
Bugün yarınlardan ödünç alınmıştır. Yani aslında bir emanettir. Bu emanete;
rehavete kapılarak, tembellik ederek, kibre ve gurura kapılarak, umursamazlık
ederek ihanet etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Mücadele zamanlarında kendi
gayretini ortaya koyamayanlar elden gelecek yardıma da nail olamazlar. Nehirleri
çeken deryaların cazibesidir. Asla az olana çok tabi olmaz. Kendi davasını,
mücadelesini, kavgasını veremeyenler için başkaları kılını bile kıpırdatmaz. Zira azim ve gayret, kişiyi zirvedeki zafere
çıkarak basamaklar gibidir. “Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir!” sözü
kulağımıza küpe olmalıdır.
Sınava mı hazırlanıyorsunuz? Her gün
bir önceki günden daha fazla çalışmak zorundasınız.
Maraton mu koşacaksınız? Yorulsanız
da yavaşlasanız da yürüyerek dinlenip yarışı bırakmadan tekrar koşmaya devam
etmek zorundasınız.
Maça mı çıktınız? Maçın doksan
dakika olduğunu unutmayacaksınız. Nasıl olsa öndeyiz diye maçtan düştüğünüz
anda maçın bitimine bir dakika bile kalsa kalenizde bir gol görme ihtimaliniz,
maçı kazanma ihtimalinizden daha yüksektir.
Elbette bu sözler umutsuzluk için
değil aksine bitiş düdüğünü duyana, ipi göğüsleyene kadar mücadeleyi
bırakmamanın gerekliliğini hatırlatmak içindir.
Hz. Peygamberin şu sözüyle yazıma
son veriyorum. “Men sabera, zafera” yani “sabredenler zafere ulaşırlar”.