Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.88
Gram Altın
2425.03
BIST 100
9683.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Şubat 2020

Reform söylencesi, takıntılı muhalifler ve Yaşasın Cumhuriyet rolü

Türkiye’de öyle gelişmeler yaşanıyor ve öyle politikalar yürütülüyor ki sizi sürekli aynı şeyi tekrarlayan bir konuma sürüklüyor. Yapılan iş ve işlemler değişiyor gibi gözükürken esas itibariyle düzen, düzenek, mantık aynı şekilde yürürlükte kalmaya devam ediyor. Hal böyle olunca konuşma ve çatışma daha çok yüzeysel, teknik, tali mevzular üzerine kayıyor. Sizin de esasa, yapıya, kurguya, mantığa dönük vurgularınız bir noktadan sonra işin aslına vakıf olmayanlarca takıntı şeklinde anlaşılabilir. Türkiye’de eğitim meselesinin bina, derslik, kitap, yöntem-teknik, geçiş sistemi vs. gibi sorun başlıkları var. Bunların her biri ayrıca konuşulmalı, değerlendirilmeli. Ancak eğitim dediğimiz şeyin ne olduğu, niçin olduğu, mevcut yapı ve işleyişi ile hangi koşulların ürünü olduğu ve günümüz dünyasını istikrarsızlaştırıp başkalaştıran köklü değişimlerin zorunlu eğitimi nasıl karikatüre çevirdiğini görmezsek, konuşmazsak işlevsiz çözüm repertuarında sayısız kez denenmiş bazı politikalar arasında bir mahkûm gibi salınmaktan kurtuluşumuz olmayacak.

Ülkemizde bırakın bir insanın hayatını, zorunlu eğitim sürecindeki bir öğrenci bile eğitim hayatı boyunca reform söylencesi altında pek çok kez teknik, tali düzenlemelerin muhatabı olmaktadır. Reform iddiası o denli bir tazyikle sürdürülür ki bırakın iddia sahiplerini neredeyse en muhalifler bile bu tazyike kapılır, memleket hep bir ağızdan yapılan şeyin reform olduğunu haykırmaya başlar. Bazıları 4+4+4 ve 28 Şubat darbe koşullarındaki 8 yıllık kesintisiz eğitim girişimlerini örnek göstererek itiraz edebilir. Ancak dikkat edilirse ne 4+4+4 sistemiyle zorunlu eğitimin süresinin 12 yıla çıkarılması ne de 8 yıllık kesintisiz eğitimin MGK marifetiyle dayatılarak zorunlu eğitimin süresinin 8 yıla çıkarıldığı dönemde itiraz, gerilim, tartışma ne eğitim ile ilgiliydi ne de eğitimin süresi ile ilgiliydi. Düzenle, düzenekle, mantıkla, kurguyla kimsenin bir problemi yoktu. İş daha çok verili düzeneğe kimin komuta edeceği, düzenek üzerinden hangi ideolojik-politik düşüncenin ve hissiyatın zerk edileceği ile ilgiliydi. İkisinde de bugün hala Türkiye’nin en büyük sorun başlığı olan ve maalesef konjonktürel nedenlerle göz ardı edilen din-devlet-toplum, din-devlet ilişkisi ile ilgiliydi. Zorunlu eğitim düzeneğinin felsefesini, paradigmasını, pedagojisini sahiplenmede ideolojik-politik aidiyeti ne olursa olsun tüm toplumsal kesimler aynı coşkuya, aynı kesin inanca sahipler: “Zorunlu eğitim şart, bu şekilde sürdürülmeli ve süresi de mümkün olduğunca uzun olmalı!”

Bu coşku ve bu inanç paylaşıldığı için sorun, ya ara ara gündemi alevlendiren hangi dersin içeriğinde neyin ne kadar öğretileceği oluyor veya sınav sistemi, geçiş sistemi, kullanılacak araç-gereç, teknik donanım, hizmetiçi eğitim vs. oluyor. Şayet zorunlu eğitim faaliyeti ülkemizde şu birkaç yıl içinde başlamış olsaydı şüphesiz çözümü bu sıraladığımız başlıklarda arayabilirdik. Veya çözümü buralarda aramak meşru ve mantıklı görünebilirdi. Ancak yürüttüğümüz bu sistem onlarca yıldır yürürlükteyse ve tüm bu yıllar boyunca çözüm olarak bu sıraladığımız hususları hep dile getirip, kararlı şekilde uygulayıp ve tüm bunlara rağmen beklenen neticeyi alamadığımız halde aynı şeyleri çözüm olarak ileri sürüyorsak ya çok safız, ya yaşadıklarımıza esir düşmüşüz veya kendimize ihanet ediyoruz.

Mahir İz’in Sakallı Celâl’e ilişkin naklettiği şu hatıraya benziyor bizim eğitim ahvalimiz: “Bir gün Sakallı Celâl’e Kadıköy vapurunda rastlamıştım. ‘Sizi hâlâ huzura kavuşmuş göremiyorum. Ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hâlâ memnun değilsiniz?’ diye sordum. Bana, ‘sen hiç tiyatroya gitmedin mi?’ diye sorup devam etti: ‘Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar… Aslında ortada ne hasta, ne hemşire ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden ibarettir. İşte bizim cumhuriyetimiz de öyle. Yaşasın cumhuriyet rolünden ibaret’ diye karşılık verdi!”

Evet, sahnede eğitim ile ilgili pek çok şey yapılıyor. Lakin gerçeklik duygunuzu yitirmemişseniz ve sahne ile gerçek hayat arasındaki farkın farkındaysanız tüm yaşananların görüntüden, rolden ibaret olduğunu bilirsiniz. “Eğitim çok önemli, çok büyük reform yapıyoruz!” rolünden ibaret. Vaziyet böyle olunca siz de kaçınılmaz şekilde biteviye yapılanın yanlış olduğunu söyleyen takıntılı bir muhalif konumunda görünüyorsunuz.