Reform Gündemiyle Millî Görüş Ziyareti
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni rektörü olarak atanan Melih Bulu’nun 2015’te AK Parti’den milletvekili aday adayı olmasını gerekçe göstererek atamanın “liyakatsiz” olduğu iddiasıyla başlayan öğrenci olayları gündemimizi esir aldı.
Olaylar sırasında üniversite kapısının protestocu grup
tarafından zorlanarak kırılmasını engellemek için polis tarafından kelepçelerle
bağlanması, tepkilerin “haklı” simgesi
olarak lanse edildi.
İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu’nun sert bir açıklaması oldu.
Sayın Soylu kendi zaviyesinden haklı.
Polise “katil”
diyemezsiniz. Bunlar terör gruplarının söylemi.
Barışçıl bir şekilde ortaya koyulan ifade özgürlüğü de
engellenemez.
“Haklı” veya “haksız” olmak önemli değil.
Önemli olan demokratik toplumlarda insanların kendilerini
tam olarak ifade edebiliyor olması.
Şu aşamada vandallığa dönüşmediği sürece protestolara
müdahale söz konusu değil.
Bence olayın burası “en
can alıcı” ve “takdirle karşılanması
gereken” boyutu.
Ama şu da bir gerçek:
Türkiye’yi kısır bir döngüye sokan bu tartışmalardan bir
türlü çıkamıyoruz.
Çünkü geçmişimizle barışacak bir “yüzleşme” süreci yaşamadık.
Toplum olarak var olabilmemizin tek yolu açık, dürüst bir
şekilde “gerçek” inançlarımızı birbirimize
söylemekten geçiyor.
Yeni reform sürecinin böyle bir yüzleşme dönemine kapı
aralamasını umuyorum.
Reform sürecinin, Biden ve AB yönetimine iyi görünmenin bir
argümanı olarak kullanıldığı iddiasında bulunanlar, Türkiye’nin CAATSA
yaptırımlarına maruz kaldığını unutuyor.
Ekonomik tablonun “zorluğunu”
aşmak için ortaya koyulduğunu söyleyen de var Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin açmazlarını gidermek için
yapıldığını söyleyen de var.
Siyasi saiklerle de yapılabilir, başka amaçlarla da...
Önemli olan Türkiye’nin reform ihtiyacına cevap verilmesi ve
adımı atan iradeye destek verilmesidir.
Bu mânâda muhalefete çok büyük bir iş düşüyor.
Muhalefet; Türkiye’ye hizmet etme söylemini yerine getirecek
fırsatı iktidar olma arzusu ile tepecek mi, yoksa vatadaşa hizmet edecek reformların
hayata geçmesi için katkı mı sunacak?
Bu akılcıl ve tarafsız bir soru.
Erdoğan’a kin besleyebilirsiniz. Neticede sandıkta defalarca
yendi. Bu da muhakkak bir kin ve hırs oluşturur.
Muhalefetin etkili bir dil kullanamamasıyla iktidarın daha
fazla icraat yapmasına alan açılması da bu kini daha da artırabilir.
Neticede muhalefet, politika üretene ya da söylem
geliştirene kadar; iktidarın sorumluluk alarak atılması gereken adımı attığını
görüyoruz.
Bu da muhalefet kesiminin bıraktığı bir açık.
Hangi konu olursa olsun.
Bir karar verdiğinizde karşınızda bu kararla ilgili farklı
görüşlerde ve duygularda kitleler bulabilirsiniz.
Ama sonunda kararın verilebilmiş olması o meselenin artık geride
kalmasını sağlar.
Muhalefetin bu duruma karşı geliştirdiği refleks ise
meseleleri geride bırakmak ya da önüne geçmek yerine, bunları; geliştiremediği
söylemlere argüman olarak kullanma yönünde gelişiyor.
Bu yöntem muhalefet için sürdürülebilir bir yöntem değil.
Zira açıklanan anketlerdeki protesto ve kararsız oylardaki
artış da vatandaşın muhalefetten memnun olmadığını gösteriyor.
Toplumun bir kesimi seçime giderken “Erdoğan’a oy vermeyeceğim” demesine rağmen sorunları sadece “Erdoğan’ın çözebileceğine olan inancıyla”
tercihini tekrardan Erdoğan’dan yana kullanması bu durumun ispatı oluyor.
Bu düşünceye sahip insanların önemli bir kısmını Millî Görüş
camiasının fertleri oluşturuyor.
Seçimlerde az oy almasına rağmen etkili muhalefeti ile öne çıkan
ve ülkenin sorunları için sorumluluk alınması gerektiği anlayışını benimseyen
Milli Görüş camiası bu yaklaşımıyla muhalefetin diğer üyelerinden açık bir
şekilde ayrılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rahmetli Necmettin Erbakan’dan sonra Millî Görüş’ün direksiyonuna geçen Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk'ü ziyareti de bu çerçevede değerlendirilmeli.
MHP lideri Devlet Bahçeli ile yapılan görüşmeden sonra gelen bu adımın reform süreciyle ilişkilendirilmesi daha anlamlı olacaktır.