Realizmin romantizme başkaldırısı: Boykot
,
Son iki yüzyıldır imanın
en zayıf derecelerinden olan buğz etme noktasındaki yerimizi oldukça sevmiş ve
hatta kanıksamıştık, ta ki Filistin’de gördüğümüz teslimiyet ve iman bizi bu konumumuzdan
tepetaklak edene kadar…
“Sizden kim bir münkeri
görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse dili ile yine gücü yetmezse kalbi
ile düzeltsin; bu da imanı en zayıf olandır” (Müslim, İman:
20) Hadisi Şerif’inde imanı en zayıf olanların kalbi ile kötülükleri
düzeltmeye çalışanlar olduğu işaret ediliyor.
Bizler, yani dünyadaki
tüm zulümleri kalbi ile düzeltmeye çalışan “Romantik Müslümanlar” birçok şeye ancak
kalbimizle karşı çıkabiliyoruz. Daha kötüsü, “imanı en zayıf olan” çerçevesinde
nitelendirilmenin ne kadar ağır bir ifade olduğunun farkında olmadan bu pasif faaliyetimizle
vicdanımızı rahatlatabiliyoruz.
Fakat Müslüman olmanın ümit
var olmayı da peşi sıra getirmesi, “Romantik Müslümanlar”ı geç de olsa harekete
geçirdi, ümitlendik. Son iki yüzyıldır ilk defa buğz etme noktasından bir üste
çıkıp içimizdeki nefreti kalbimizde öylece bırakmadan ve bilindik bir yöntemle fiiliyata
geçirdik: Boykot. Bir başka ifadeyle “Realizmin, Romantizme Başkaldırısı”.
Boykotun gücü ve etkisini
ilk defa Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun 5 Ekim 1908'de geçici
işgali altında bulundurduğu Bosna ve Hersek topraklarını ilhak ettiğinde idrak
etmiştik. Fakat bu sefer boykotun derinlik, sınır ve ciddiyetinin Filistin
davası ve insanlık üzerinden belirlenir olması bizi buğz etme noktasından bir
ileri noktaya taşıdı. Hem de geri dönülemez bir şekilde; tüm dünyanın şahitliği
altında.
Dolayısıyla boykot
kararını ilk defa bu kadar ciddiye alarak tatbik etmeye çalışıyoruz. Fakat uygulamadaki
samimiyetimiz, kararlılığımız ve devam ettirme motivasyonumuz boykotu sonuç
alıcı bir şekilde nihayete erdirmek için yeterli mi? Şayet boykot mevzusunda
kararlılığımızı ve motivasyon kaynağımızı Müslüman olmayan ülkelerden (Avrupa’dan,
Amerika’daki halkların protesto gösterilerinden) alıyorsak ‘her şey yolunda’ diyebilir
miyiz?
Şunu biliyoruz; insanlar
siyonistlere cephe alsa da aynı zamanda cephane sahibi olan siyonistlerden
ötürü esas etki yaratılamıyor. Bu durum boykotun direncini ve etkili olacağına
dair inancı yok ediyor. O zaman gelin bir kez daha ne ile mükellef olduğumuzu
hatırlayalım; seferden!
Israrla ve hakkıyla
boykot kararlılığımızı sürdürmek, “yapacağım bir şey yok” sızlanmasını bir
kenara bırakmak ve yapabileceklerimizin en iyisini yapmakla mükellefiz. O zaman
3-5 kuruşluk dünya kazancına minnet etmeden ‘Ömer öfkesi’nde ısrarlı bir
boykotla şahitliğimizi sürdürelim. Çünkü bunu yap(a)mazsak sırf insan oldukları
için Filistinlileri destekleyenlere karşı keyfinden, konforundan vazgeçemeyen Müslümanlar
olarak tarihteki yerimizi alacağız. Dahası, dünyada zulüm gören tek dinin
mensupları olarak mevcut halimize olduğu gibi rıza göstermiş olacağız.
Onurlu, şanlı
tarihimizden ötürü avantajlıyız. İlk defa çok stratejik bir anda dünyanın diğer
ucundaki diğerkâm insanlar bizi anlayabiliyor ve bu durum “İslamofobi”
faaliyetlerinin insanları İslam’dan oldukça uzaklaştırmayı başardığı bir çağda
vuku buluyor. Kurumları ve siyasileri değil belki fakat batı halkları kısmen bizi
anlıyor. Eylemlerde ve protestolarda çekilen görüntüler, sosyal medyada diğerkâmlık
örneği olarak takdirle karşılanıyor.
O zaman şimdi İsrail ve
onu destekleyenlerin mallarıyla beraber “boykotla bir şey olmaz” diyenleri, vicdanı
hala ölmemişlerin küçük direnişini küçümseyen bakışlarını, bizden gözüküp düşmandan
daha tehlikeli olanları ve direniş gücümüzü kırmaya çalışanları da boykot edip
hayatımızdan çıkarma zamanı… Çünkü onların bu yaptıkları hala insan
kalabilenlerin ruhunu ve bedenini, Filistinlilerin yaşadıklarından daha az
acıtmıyor.