Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Kasım 2013

Rasyonalite Realiteye Karşı!

Osmanlı modernleşmesinden başlayarak günümüze değin temel sorunsallarımızdan birisi, devlet-toplum ilişkisinin ne şekilde organize edileceğidir. Özellikle Osmanlının dağılma sürecinde ve Cumhuriyetin kuruluş aşamalarında devlet-toplum ilişkisi, ülkenin iç ve dış gelişmelerin yarattığı baskı da dikkate alınarak sadeleştirildiğinde merkezden sürekli olarak çevreye nizamat verme anlayışı ile formüle edildiği görülecektir. Ülkenin bir anlamıyla maruz kaldığı büyük değişim-dönüşüm dalgası, verili ilişki biçimini işlevsiz kılarken devlet ısrarlı bir şekilde yeni ilişkinin tesisini toplumun arzulanan doğrultuda dönüştürülmesine bağlamıştır. Bu durum Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet hareketlerinde görüldüğü gibi radikalleşmiş bir şekilde Cumhuriyet pratiğinde de göze çarpmaktadır.

Toplum pek çok farklılıktan müteşekkil, uzun ve kısa vadeli ittifakları, gerilimleri bünyesinde barındıran bir hüviyete sahiptir. Bu hüviyet içerisindeki çeşitlilik, ittifak ve gerilim kaçınılmaz bir şekilde yaşamın akış temposuna mütenasip bir şekilde eşzamanlı olarak değişme, bozulma ve yeniden kurulma süreçlerini yaşamaktadır. Merkezi bir pozisyondan hiyerarşik bir konumlanışla çokluk içindeki toplumu, çelikten bir kütleye dönüştürmek arzusu ile ameliyat masasına yatırma güçlü ancak tatminsiz kalmaya mahku00fbm bir tutkudur. Özellikle toprağa dayalı egemenlik anlayışının çözülüp yerini modern devlete bıraktığı dönemle iyice alevlenen bu tutku, toplumun tarihsel müktesebatını hiçe sayarak ve olağan akışını bozarak onu kültürsüz, hafızasız bir yapboz tahtasına indirgemektedir. Bu bakış açısı toplumun mevcut haliyle meşru ve muteber olmadığını, hızlı adımlarla ulaşılacak yarınlar için sırtta kambur olduğunu varsaymaktadır. Tarihin karanlık dönemleri içerisinde kurgulanan bir geçmişten ilham alarak tahayyül edilen bir gelecek inşa edilmek istenmektedir. Bu istek paradoksal bir şekilde, mistik tarihsel arka plan ile müstakbel gelecek arasındaki bağlantıyı tarihsel süreklilik temelinde değil tersine canlı geçmişi itibarsızlaştırarak, mahku00fbm ederek hatta yok sayarak kopuş ile sağlamaya çalışmaktadır. Kaba güç araçlarının yanına incelikle geliştirilmiş hegamonik istasyonlar yerleştiren modern devlet, ideolojik politik konumlanışına uygun bir toplumsal yapıyı bu düzenek üzerinden yeşertmeye çalışmaktadır.

Koordinatları belirlenmiş, mahrem gündelik yaşam pratiklerinden zihinsel tahayyüllere kadar, tabiri caizse yaşamın en ücra sınırlarına dayanan kuşatıcı bir planlama pratiği içerisinde yol almaktayız. Bireyler, gruplar, topluluklar, nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin hak ve sorumluluk alanlarını düzenleyen hukuki yapılanmanın dışında daha temelde meşruiyeti devletin ideolojik konumlanışına bağlanmış bir hakikat rejimi ile ilişkilendirilmişlerdir. Toplumsal yaşamın tüm boyutlarında söz konusu hakikat rejiminin yaşam bulması için devletin kurumsal düzenekleri bir yeniden üretim şebekesi formatında konumlandırılmıştır.

Bu konumlanışın temel dinamiğini oluşturan şey belirgin bir şekilde otoriter zihniyettir. Yaşam üzerindeki tüm sis perdelerini araladığını varsayan bu zihniyet, evrensel hakikatin temsilcisi misyonu ile kendisini ilişkilendirmektedir. Hakikat ile kendisini özdeşleştirme söylemi her türlü güç kullanma aygıtını elinde bulunduran devlet ile bütünleştiğinde karşımıza her türlü dayatmayı meşrulaştıran bir pratik çıkmaktadır.

İkna arayışını, müzakereyi anlamsızlaştıran bu seküler dogmatizm, kendi rasyonalitesini temele alarak realitenin çoğulcu, komplike yapısı üzerinde tahakküm kurma çabasına odaklanmaktadır. Sosyolojik gerçeklik, resmi rasyonalitenin meşru alanına uyumlu olduğu alanlarıyla yaşam bulacak, uyumsuz alanları tartışmasız bir şekilde kesilip atılacaktır. Topluma dönük devlet odaklı bu kutsal savaş, devleti toplum açısından hakem olma pozisyondan çıkartarak toplumun doğası gereği bünyesinde barındırdığı topluluklardan bir kısmının ittifakçısı durumuna itmektedir.

Siyasetin, devletin ideolojik konumlanışına yandaşlık ve karşıtlık temelinde ucu bucağı belli olmayan makro bir siyaset ile halelenmesi özü itibari ile öteki ile teması içermesi beklenen siyasetin bu özelliğini işlevsiz kılmakta ve deyim yerindeyse siyaseti "otistik" bir karaktere büründürmektedir. Birbirlerine karşı konumlanmış geniş cephelerin otistik siyaseti dışa dönük çatışmacı bir ilişkiyi beslerken içerde ise derinlikten uzak hatta yozlaştırıcı zoraki ittifakları beslemektedir. Kısır ve çatışma düzeyi yüksek bu ilişkinin normalleşmesi ancak devlet-toplum ilişkisinin gerilimden arındırılması ile mümkün olabilecektir. Temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı devlet-toplum ilişkisi, toplumun verili yapısını devletin operasyon alanı olarak belirlenmesi şeklinde değil sınırları olabildiğince geniş tutulmuş, öteki ile temasın, ötekini etkilemenin ve ötekinden etkilenmenin mümkün olduğu bir siyaset alanı üzerine oturtulmalıdır. Siyasal yaşamımız tartışma konularının bir kısmı ile bu minvalde yol alındığını göstermekte ancak eski siyaset tarzımız ara ara varlığına ilişkin güçlü sinyaller vermekten de geri durmamaktadır. Örneğin Gezi Parkında başlayıp gelişen olaylar. Örneğin öğrenci evleri tartışması.