Rasim Özdenören ve İki Dünya
Yedi Güzel Adamdan gül yetiştiren, hikaye devşiren yazarı Rasim Özdenören'in "tarihe vefa" adına ortaya çıkan "İki Dünya" başlıklı düşünce yazılarından müteşekkil kitabını okudunuz mu?
Bu kitabı ikinci defa okuyorum. İlk okuyuşum bir okuyucu, ikinci okuyuşum da bir yazar formunda gerçekleşiyor. İlk ve son okuma arasındaki değerlendirme şu olsa gerek. İlk sayfalarını atlayarak bitirdiğim kitap ve bazı yazıların altında uzun çizikler, kenarında kısacık notlar... Bu kısacık notlar, kitabı okuması için verdiğim arkadaşlara, öğrencilere rehberlik etmiştir diyebilirim.
Kitap için başka bir değerlendirme de ilk sayfalarını atlayarak bitirdiğim kitap diyebilirim. Okuyucuyken bana konu lazım gelmiştir ve bu konu üzerinde Özdenören Usta ne düşünmüştür diye merakla ortalardan yazılar okumuşum. Hatta bir yazı için "neden bazı siyasal taleplerimiz karşılanmıyor" diye vurgulu notları görünce biraz tebessüm ediyorum. Bu gün siyasal taleplerimizin karşılandığı noktada başka talepler de çıkıyor ne yazık ki. Ama Özdenören Hoca'nın bu günlükleri, gerek o gün ve gerekse de bu günü anlamamız açısından hala tazeliğini koruyor.
Elimdeki kitap, İz yayınları tarafından basılan 1998 baskısında. Zaten yazar da bu baskında bazı önemli ipuçları okuyucularıyla paylaşıyor. 1977 tarihinde Yeni Devir gazetesinde günlük yazmaya başlayan yazarımız, yazılarını kendine göre belirlediği ilkeler doğrultusunda olabildiğince günlük/ gündelik siyasete bulaşmadan etkinliğini sürdürme çabasında. Ve yazarın ifadesiyle "öyle şeyler yazmalıydık ki onlara bakarak içinde bulunduğumuz sürecin değerlendirilmesi de mümkün olsun."
Şimdi "İki Dünya"ya baktığımda yazarın konuyu nereden yakaladığını tespit edebiliyorum. Değer ve ahlak yargılarından uzak bir "Batı Dünyası" ve vahiy yoluyla hakikat uygarlığına bağlı "İslam dünyası"u2026 Burada materyalizm, metafizik ve ruhçuluk bütünüyle yazarın sevdiği konular arasında yerini alıyor.
Yazarın kitaptaki yazılarına o günler için aktüalite açısından yaklaşanlar bir bakıma Türkiye'nin ve hatta İslam dünyasının son 200 yıllık aktüalitesini de okumuşlardır. Bu yüzden ben dahil bir çok okur, genel perspektif içinde günlük olaylara eğildiğimizde bu yazılardan edindiğimiz izlenim ve tecrübelerle o günkü olayları yorumladığımızı söyleyebilirim. Bu yönüyle yazar, bizlere aktüel olaylara tarihi ve sosyolojik açıdan bakma alışkanlığını da edindirmiştir.
"İki Dünya" da yazılar yakın geçmişi bir kronolojik sıra dahilinde vermiştir. Bütün yazılar boyunca Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet, dolayısıyla Sultan Abdülhamid Han ve Batılılaşma hakkındaki görüşleri genel bir kronolojik sıra dahilinde dile getirilmiştir. Bu arada Batılılaşma hakkında fikir beyan eden düşünürlerin de fikirlerini irdelemiş ve değerlendirmelerini yapmıştır.
Yazarımız, bu olguları kitabına daha doğrusu yazılarına taşıdığında "bir hikaye yazarının, bir edebiyatçının neden hayal ile yoktur alışverişi" diye bazı eleştirilere muhatab olmuştu. Yazar, bu eleştirilere şöyle cevap vermiştir. "Genellikle bir hikaye yazarının hayalat ile meşgul olduğu sanılır. Oysa dikkatli bir göz, bizim hikayelerimizde de, başka ölçüler ve değerlendirmeler içinde yazdıklarımızdan farklı bir şey söylemediğimizi tespit eder sanırım."
Yazarın kitabında en çok ilgimi çeken "Değişen Bir Şey Yok" yazısıdır desem yeridir. Nedenini açıklayayaım. Yazıda Sultan Abdülhamid'in Batılı ülkerin baskılarına karşın Osmanlı Devleti için dış dünyada yeni bir denge politikası aradığında yanında aradaığı aydını bulamamıştı. Bulamadığı gibi aydınların çoğu dış güçlerin maşası gibi kurulan gizli örgütler mesela Mason Locaları, onun çalışmalarına karşın muhalif eylemleri geliştirme bakımından önemli roller oynamışlardı. -Çırağan Baskını gibi Ali Suavilerin rolü somut örneklerdi.- Daha sonar İttihat ve Terakki'nin kof ve ciddiyetsiz sloganları ile koca bir imparatorluk yıkılmıştı. Özdenören Hoca, İttihat ve Terakki'nin sloganlarını "hürriyet, eşitlik ve kardeşlik"u2026
Yukarıdaki sloganlar bu gün de atıldığına göre demek ki biz bu günlükleri güncellemiş durumdayız. Ama bu kof ve boş sloganları o dönemin güdümlü medyası ve edebiyat çevresi o kadar parlak bir şekilde gösterdi ki halkın da inanmaması içten bile değildi. Bırakın halkın inanması Mehmet Akif Rıza Tevfik gibi aydınların da inanması bizi içten içe yaralamıyor mu. Çok ilginçtir Sultan Abdülhamid gidince iki mütefekkirimiz de bu memleketten ayrılmak zorunda kalmıştır.